Suriye’de PYD ile Muhalifler Arasındaki Çatışmanın Gidişatı ve Olası Stratejik Sonuçları

Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Ahi Evran Üni. Uluslar. İliş.
Suriye’de 16 Temmuz’da başlayan muhalif gruplar ile PYD’ye bağlı silahlı güçler arasındaki çatışmalar; coğrafya itibarıyla Türkiye sınırındaki yerleşim birimleri, siyasi olarak da Suriye’de bir Kürt bölgesi kurulmasının yerel güçlerce engellenmek istemesiyle sınırlı bir olgu değildir. Bir önceki yazımızda belirttiğimiz gibi ülkenin kuzeyinde yaşanan gelişmeleri Suriye’deki iç savaş dinamiklerinden ayrı düşünmek doğru değildir. Bu bağlamda PYD ile muhalifler arasında yaşanan çatışmaların nasıl geliştiğinin incelenmesi konunun anlaşılması açısından kolaylık sağlayabilir.
 
Olayların geçmişi birkaç ay kadar geriye götürülebilecek olmasına rağmen son gelişmeler 16 Temmuz 2013’te Ras Al Ayn/Serekaniye’de başladı. Aslında 10 gün kadar öncesinde çatışmaların yaşanabileceğine ilişkin göstergeler vardı. Bu dönemde bölgeden gelen haberlerde söz konusu kasabada durumun gerginleştiği, muhaliflerin saldırı hazırlığı yaptığı ve PYD’nin de bölgeyi tam olarak kontrol etmek için hazırlandığı ileri sürülüyordu. Nitekim Serekaniye’deki çatışmaların başlamasından 1 gün sonra YPG kasabada büyük ölçüde denetim sağladı. Türkiye sınırındaki sınır kapısı dahil olmak üzere pek çok yeri ele geçirdi. Muhaliflerin üslendiği mahalleyi kontrol altına aldı. Fakat ertesi gün 17 Temmuz’da çatışma Tel Temir’e sıçradı. Serekaniye-Kamışlı yolu üzerinde önemli bir yerleşim yeri olan bu kasabaya bağlı bir köyde (Davudiye) başlayan çatışma göreli olarak kısa sürdü. Ertesi gün (18 Temmuz) ise çatışma uzak bir bölgeye doğudaki El Mabada/Girke Lege’ye sıçradı. Bu tarihten itibaren çatışma Türkiye sınırındaki bir yerleşim birimindeki lokal bir çatışma olmaktan çıktı ve daha çok YPG ile muhalifler arasındaki bir çatışmaya dönüştü. Dönüm noktası olarak 18 Temmuz tarihinin alınmasının iki nedeni olduğu söylenebilir:
 
1. 18 Temmuz’dan itibaren çatışma Girke Lege’nin köyleri (Irak sınırındaki Tıl Koçer’e kadar) yani Rumeylan petrol sahası ve çevresine sıçramıştır. Bu bölge çatışmanın başladığı yere (Serekaniye) yaklaşık 170 km. uzaklıkta farklı demografik özellikler gösteren ve önemli petrol yataklarının çevresinde bir bölgedir. Yine aynı gün Girke Lege’ye yakın olan El Cevadiye/Çil Axa’da da çatışmaların başladığı görülmektedir.
 
2. 18 Temmuz’dan itibaren çatışanlar sadece YPG ile Nusra Cephesi ya da Irak ve Suriye İslami Devleti (ISİD) değil ÖSO’ya destek veren çok sayıda yerel ve genel muhalif gruplar olmaya başlamıştır.
 
18 Temmuz tarihinden itibaren çatışmanın temelde iki eksene ayrılmış gibi göründüğü söylenebilir. 1. eksen Irak-Suriye sınırına yakın petrol bölgesindeki yerleşim birimleri yani Girke Lege-Çil Axa (Mabada-Cevadiye) hattıdır. Bu bölgede savaşın hala ve ağır bir biçimde sürdüğünün izleri görünmektedir. Nitekim burada muhalifler (muhtemelen Nusra Cephesi’ne bağlı bir kişi) bir intihar saldırısı düzenlemiştir. Halihazırdaki veriler, belirtilen eksende Serekaniye’de ölenden çok daha fazla kişinin öldüğünü göstermektedir.
 
20 Temmuz ise olayların coğrafi anlamda genişlemesi açısından yeni bir dönüm noktası olmuştur. Akçakale’nin hemen karşısında yer alan Tel Abiyad’da bu tarihten itibaren çatışma çıkmıştır. Tel Abiyad çatışmanın başlangıçta genişlediği yönün (her ne kadar 16 Temmuz’da YPG batıya doğru giden yol üzerindeki bir yerleşim yerini de dahil olmak üzere Serekaniye-Tel Halaf yolunun kontrolünü ele geçirse de) tam ters istikametinde ve 100 km. mesafededir. Çatışmaların Tel Abiyad’a sıçramasının olayların gidişatı açısından 3 önemli özelliği olduğu söylenebilir:
 
1. Başta Ahrar-ı Şam olmak üzere pek çok muhalif grup Nusra Cephesi’ne burada destek vermiştir. Buna karşılık ÖSO içinde bulunan Cephe el Ekrad başta olmak üzere PYD dışındaki Kürt silahlı grup ve siyasi partiler de YPG’ye destek vermeye başlamıştır. Yani ilk günlerden itibaren sinyalleri gelse de 20 Temmuz’da Tel Abiyad olaylarının başlamasından itibaren çatışma PYD-Nusra Cephesi çatışması olmaktan çıkmış, İslamcı muhalifler ile Kürtler arasındaki bir çatışmaya dönüşmüştür. (Bazı yorumcular bunu Arap-Kürt çatışması olarak tanımlasalar da ölenler arasında Irak’tan gelen Kürt İslamcıların bulunması gelişmelerin en azından henüz salt etnik bir temele oturmadığını gösteriyor).
 
2. Tel Abiyad’daki çatışmalarda tank dahil olmak üzere ağır silahlar kullanılmaya başlanması çatışmanın boyutunun muhalifler açısından önemini ortaya koymaktadır.
 
3. Tel Abiyad kaba bir tabirle iki Kürt bölgesinin ortası ve Kürt nüfusunun seyrek olduğu orta bölgede kuzey güney istikametinin en stratejik noktasıdır. Bu nedenle çatışmanın önümüzdeki günlerde Kobani-Afrin’e (en azından batıya doğru) yayılabileceğinin hem de olası bir Kürt özerk bölgesinin arasında tam bölge oluşturulmak istendiğinin göstergesi gibi durmaktadır. Bu yerleşim yerinde zaten sayıca az olan Kürt nüfusunun baskılar nedeniyle zorunlu olarak yaşadıkları yerleri terk etmeleri ise tampon bölge ve yerel demografik dinamikler hesaba katıldığında ise son derece önemlidir. Yani, Tel Abiyad olaylarının sonucunda olası bir Kürt özerk bölgesi arasında bir coğrafi kopukluk olabilir. 
 
Gelinen noktada Suriyeli Kürtler kendilerine yeni bir sınır çizme arayışında iken (en azından yeni yerleşimler üzerinde tam otoritesini kurma arayışında) muhaliflerin yerel kaynaklardan faydalanarak güçlenme olanağının peşinden gittiğini söyleyebiliriz. Özellikle muhalefet için petrol ve gıda kaynakları üzerinde yerel kontrol çok önemlidir. Muhalifler hem rejimi petrol üretmekten alıkoymak istemekte hem de rejime yandaş olan grupları kaynaklarından mahrum bırakıp rejimi kuzeyde tamamen düşürmeyi hedeflemektedir. Böylece muhalifler diğer bölgelerdeki gerileyişini en azından cephe gerisini temizleyerek telafi etmek istemektedir.
 
Çatışmaların Olası Stratejik Sonuçları
 
1. Çatışmanın uzaması ülkenin kuzeyindeki birkaç köy, kasaba, ilçe ve şehrin denetiminin kimin elinde olacağını değil ülke genelindeki güç dengesini etkileyecek bir hal alabilir. Daha önce belirtildiği gibi bu olayları Suriye’deki iç savaşın genel gidişatından ayırmak mümkün değildir. Olayların zamanlaması ülkede birbiriyle savaş, rekabet ve işbirliğini paradoksal bir biçimde aynı anda yürüten grupların çatıştığını düşündürmektedir. Son iki aydır Suriye’deki iç savaş önceki döneme göre daha farklı bir hal almaktadır. Rejim, Hizbullah’ın desteğiyle Şam ve Humus’ta ilerlemektedir. ÖSO içinde bir ayrım baş göstermiştir. Bu ayrım açık bir çatışmaya dönüşmese de Irak ve Suriye İslam Devleti adlı örgüt ile (ISİD) ÖSO’nun bazı kanatları arasında anlaşmazlığı aşan bir gerginlik durumu bulunmaktadır. (Bu konudaki yayılan kanının aksine henüz aralarında açık bir çatışma çıkmamıştır. Meydana gelen olaylar münferittir.) Ancak, ÖSO’nun güneydeki ilerlemesi Deraa dışında durmuşken, Haseke’ye doğru ilerlemeye çalıştığı görülmektedir. PYD ise bu çatışmanın ortasında imkan ve fırsat aramaktadır. PYD, Nusra’nın Rakka’da kontrolünü pekiştirme çabasını tersine çevirmiş 1 yıl önce “kurtardığını” söylediği Serekaniye’de gerçek anlamda otorite sağlamıştır. Bu arada ÖSO’nun Suriye ordusuyla çatışmasını fırsat bilerek Haseke yolu üzerinden petrol sahalarına inmiştir. Bu bölgede bazı yerlerle sınırlı olan kontrolünü stratejik alanlara doğru genişletmiştir. Böylece rejim ve muhalifler birbiriyle çatışırken o bölgede göreli olarak zayıf olan Nusra’nın üzerine giderek dengeyi kendi lehine değiştirmiştir. Fakat bu sefer Nusra ve ÖSO aynı doğrultuda ama işbirliği şüpheli şekilde batıya doğru yönelmiştir. Böylece çatışma Tel Abiyad ve muhtemelen Kobani hattına kaymıştır. Yani Suriye’de rejim Şam ve Humus’a, ÖSO İdlib, Halep ve Kamışlı’ya, Nusra Halep ve Rakka’ya, PYD ise Haseke ve petrol alanlarına ilerleme girişimi başlatmıştır. Bu süreçte hiçbir taraf diğerini tam ve güvenilir bir müttefik olarak görmese de çatışmadaki stratejik öncelikler ittifakları belirleyecektir. Aslında bu süreç her birini biraz daha zayıflatsa da sonucu çatışmaların sonu belirleyecektir. Mevcut çatışma Kürtler açısından halihazırda kontrol ettiği bölgeyi genişletmesiyle de elinde tuttuğu Kobani’de dahil olmak üzere büyük kayıplara uğramasıyla da sonuçlanabilir. Çünkü PYD bir yandan doğuya ilerlerken diğer yandan Tel Abiyad’ın düşmemesi için önemli bir güç kaydırmıştır. (Gelen haberler yaklaşık 500 kişilik bir silahlı birlik kaydırdığını yönündedir) Kobani’de de yeni bir cephe açılması PYD’nin genişliği 300 km.den fazla bir alan içinde aralıklarla da olsa yürütmek zorunda olduğu bir çatışma üretebilir. Bu durum şu ana kadar stratejisini belli bölgelere odaklama üzerine kuran PYD için sorunlar yaratabilir. Fakat benzeri bir sorun muhalefet için de doğabilir. Bu çatışmalar rejim muhaliflerinin önceliklerinin neler olduğu konusunda önemli ipuçları verecektir. Örneğin ISİD ve ÖSO’ya bağlı diğer güçler aralarında artan rekabeti ve alan paylaşma yarışını bir kenara bırakıp tekrar birlikte hareket edecekler midir? Rejime karşı ortak hareket etelerine rağmen öteden beri süren örgütsel, ideolojik, stratejik, taktik ve liderlik farklılıklarını bir kenara koyup Kürt oluşumunu temel tehdit görecekler midir? Eğer muhalifler birleşir de Kürtlere saldırırsa bunun en doğal sonucu olayın siyasi çizgiden çıkıp açı bir etnik boyut kazanması anlamına gelir. Bu durum muhalif saflarında Kürt-Arap şeklinde yeni bir ayrışma yaratır (ya da mevcut ayrışmayı derinleştirebilir). Ayrıca ister Kürt-Arap isterse ÖSO-PYD-ISİD çizgisinde olsun bu tür bir çatışma rejimin işine gelmektedir. Eğer süresi 1 haftaya varan bu çatışma uzarsa ve derinleşirse, rejimin hem kuzeyde iyi ve kendisine daha muhtaç bir müttefiki olur hem de ülkenin güney ve batısında daha hızlı ilerleyebilir. Hatta ÖSO-PYD çatışması Afrin ve Kobani gibi yerlerde çıkar ve derinleşirse rejim Halep’te bile önemli kazanımlar elde edebilir. Dolayısıyla çatışmanın uzaması ülkenin kuzeyindeki birkaç köy, kasaba, ilçe ve şehrin denetiminin kimin elinde olacağını değil ülke genelindeki güç dengesini etkileyecek bir hal alabilir.
 
2. Çatışmaların şu ana kadar en önemli sonucu Kürtler arasındaki iç dengelere ilişkin olmuştur. 27 Haziran’daki Amude olaylarından sonra PYD’ye en yakın KUK üyesi partiler bile PYD’ye uzak bir görünüm çizmek istemesine rağmen çatışmalardan sonra Özgürlük Partisi ve Suriye KDP’si gibi PYD’yle en sorunlu partiler dahi ona söylemsel ve siyasi destek vermek durumunda kalmıştır. 1 yıl içinde aralarındaki uzlaşmazlıklar her fırsatta öne çıkan PYD ve diğer partiler arasındaki mücadele artık sona ermiştir. Bundan sonra PYD dışındaki partilerin Suriye Kürtleri arasında etkinlik kurması mümkün değildir. PYD silahlı gücünü Kürtlere karşı kullanarak değil Kürtlere yönelen tehditlere karşı kullanarak içeride meşruiyet sağlamıştır. Böylece 2012 sonundaki ilk Serekaniye çatışmalarından itibaren belirginleşen bu avantaj, artık açık bir üstünlüğe dönüşmüştür. Diğer siyasi partiler kendilerine bağlı ve ÖSO’yu destekleyecek silahlı birlik kurma girişiminde bulunmalarına rağmen bundan sonra cazibelerini iyice yitireceklerdir. Bu süreçte, YPG gittikçe tüm Kürtlerin silahlı gücüne dönüşmektedir. Ayrıca olaylar PYD’ye Avrupa nezdinde de prestij getirmektedir. İslamcıların korkusuyla Kürtler ile işbirliği yapan Hıristiyanlar nedeniyle PYD El Kaide ve benzerlerine karşı savaşan ve Hıristiyanları da koruyan bu bir güç imajı verebilecektir. Özetle PYD bu çatışma sürecinden bugün kontrol ettiği yerleri koruyarak çıkabilirse 3 çok önemli avantaj elde edecektir:
 
a. Kürtler arasında tartışmasız tek meşru silahlı gücü elinde bulundurma
 
b. Diğer siyasi rakiplerini tamamen ekarte edip kurtarıcı rolü sayesinde büyük bir siyasi destek alma. Bu durum onun demokratik özerklik planını uygulamasını kolaylaştıracaktır
 
c. KDP başta olmak üzere dış rakiplerini devre dışı bırakmak. Bugün Irak sınır kapısının kapalı olması, kendisine bağlı partilerin zayıflığı, Bağdat’la ilişkilerde yaşanan önemli gelişmeler ve KBY Başkanının görev süresine ilişkin yasal değişikliğin yarattığı iç politik gerginlik nedeniyle KDP Suriye’deki güç mücadelesini büyük ölçüde kaybetmiş görünmektedir. Bu son olaylarla birlikte en azından bir süre daha KDP’nin etki sahasını genişletme şansı sona ermiştir.
 
Ancak unutulmaması gerekir ki; tüm bunlar PYD’nin çatışmayı ağır bir biçimde kaybetmesi halinde tersine dönebilir. Ancak bu durum dahi Suriye Kürtlerinin ulusal kimliğinde onarılmaz bir Arap düşmanlığı yaratacaktır. Bu nedenle onlarla işbirliği yapanlar uzun vadede yine zararlı çıkacaktır.
 
3. Suriye’de Kürt bölgelerinde son bir haftadır yaşanan süreç Türkiye’deki demokratikleşme ve uzlaşma sürecini de etkilemektedir. Yetkili ağızların yaptıkları açıklamalarda Türkiye’nin PYD’nin tutumuna ve Suriye’de bir Kürt özerk bölgesine açıkça karşı olduğu görülmektedir. Bu tutum büyük ölçüde PYD-PKK’ya duyulan güvensizliğin bir yansımasıdır. Şu ana değin kullanılan söylemlerden anlaşılan Türkiye’nin PYD’yi bir tehdit olarak gördüğüdür. PYD ise kullandığı söylemlerde dikkatli olsa da açıkça Suriye’de PKK kontrolünde bir bölge yaratma arayışındadır. Türkiye’de PKK ile ilgili süreç sorunlu ve yavaş da olsa devam etmektedir. Karşılıklı olarak gerilen tartışmalar ve açıklamalar Türkiye’deki sürecin çökmesine neden olmayacaktır. Ancak sürecin devamının en önemli unsurlarından olan güven inşasına büyük bir darbe vurmaktadır. Bunun da ötesinde Erbil’de hazırlıkları devam eden konferans öncesinde Türkiye ile Kürtlerin arasındaki ilişkilerin gerilmesinde önemli bir sorun noktası olarak durmaktadır. Bu bağlamda Suriye’deki gelişmeler Türkiye’deki sürecin üzerinde olumsuz etki yapmaktadır.