Suriye Kürtlerinin Öncelikleri ve KUK-PYD İşbirliğinin Nedenleri-Hedefleri

Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Ahi Evran Ü. Uluslararası İliş
19 Temmuz 2012 tarihinde Kobani şehrinde Kürt partilerin yönetimi ele geçirmesi ve sonrasındaki birkaç gün içinde bazı şehir ve kasabaların daha Kürt partilerin (asıl olarak PYD’nin) eline geçmesi Suriye Kürtleri açısından önemli bir dönüm noktasıdır. 2004 Kamışlı olaylarından bu yana Suriyeli Kürtlerin en kapsamlı ve stratejik eylemi olarak değerlendirilebilecek bu gelişmenin öncesinde ise bir yılı aşkın bir süredir Kürt parti ve ittifaklarının beklentileri ve politikaları çelişkili olmuştur.
 
Aslında Suriye’de Esad yönetimine karşı gösterilerin başlamasından itibaren Suriyeli Kürtlerin de gösterilere katıldıkları görülmektedir. Uzun süre ülke genelindeki muhalif gösterilerle eş zamanlı ve eş sloganlarla yürütülen Kürt partilerin yürüttüğü gösteriler sıklıkla şiddet olaylarına sahne olmadığı için dikkat çekmemiştir. Fakat Kürtler gerek kendi aralarında kurdukları ittifaklar, gerekse çeşitli muhalif hareket ya da koalisyonların üyesi olarak Suriye muhalefetinin bir parçası olmuşlardır. Bu süreçte yukarıda anlatıldığı üzere çeşitli koalisyonlar ve oluşumlar kurulmuştur. Ancak ortaya iki temel aktör çıkmıştır: Bu aktörler PYD ve KBY’nin bir çatı altında topladığı KUK’tur. İki aktör arasındaki ilişkiler uzun süre çatışma eksenli ilerlemiştir. KUK rejim karşıtı muhalefetin içinde yer alarak tabanının genişletmeye çalışırken PYD Esad yönetimi ile kurduğu ilişkiler aracılığıyla Suriye Kürtleri arasında güçlenmeye çalışmıştır. Zaman zaman iki aktör de birbirlerine karşı ılımlı mesajlar göndermelerine rağmen Haziran 2012 tarihine kadar bu aktörler karşıt saflarda yer almıştır. Bununla birlikte aşağıda aktarılacak nedenler ve olgular çerçevesinde PYD ile KUK ortak hareket etme kararı almıştır. Bu kararın alınması hemen sonuç vermemiş Haziran ayındaki Erbil Anlaşması’nın tam anlamıyla uygulanmaya konulması Temmuz ayını bulmuştur. 12 Temmuz’da yapılan son görüşmeden sonra ise PYD ve KUK oluşturduğu ortaklık 19 Temmuz sürecini başlatmıştır.
 
19 Temmuz’da Kobani’de başlayarak Kürtlerin nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu bazı bölgelerin bu partilerin ortaklığı tarafından kontrol edilmeye başlaması aslında önemli bir stratejik hamledir. Kürtlerin bu son hamlesiyle en önemli hedefi Suriye içinde uzun vadede oluşturmak istedikleri bir Suriye Kürt bölgesinin temellerini atmaktır. Şu ana kadar ne Suriye muhalefeti ne de rejim Suriye’de bir Kürt bölgesinin varlığını kabul etmemiştir. “Suriye Kürdistan”ı ya da “Batı Kürdistan” olarak adı geçen bölgenin nasıl bir yapıya sahip olabileceği, nereleri kapsayabileceği, nüfusu ve kim tarafından nasıl yönetilebileceği büyük belirsizlikler taşımaktadır. Bu nedenle Türkiye’deki tartışmalarda “ ‘Kuzey Suriye’ var mı, yok mu, olabilir mi?" gibi sorular sorulmaktadır. Ancak görülebildiği kadarıyla Kürtler için önemli olan bir bölge kurmanın zorlukları ya da belirsizliklerin nasıl çözümlenebileceğinden ziyade aşağıdaki maddelerde sıralanmış olan önceliklerdir:
 
1. KUK ile PYD (KDP ile PKK da denilebilir. Halihazırda KDP’ye çok yakın medya kuruluşlarında bu hamlenin bir PYD-KUK işbirliği ya da anlaşmasından ziyade KDP-PKK hatta Kandil/Erbil ortak eylemi olarak değerlendiren yazılar yayınlanmaktadır.) Suriye’de ortak bir hamle yaparak bir Kürt bölgesi oluşturma yolunda önemli bir girişim başlatmıştır. Bu durum, Suriye’deki Kürt hareketi üzerinde on yıllardır devam eden Türkiye kaynaklı Kürt hareketleri (PKK) ile Irak kaynaklı Kürt hareketleri (KDP-KYB) arasındaki rekabetin yerini işbirliğine bırakabileceğinin bir işaretidir. Geçmişte rekabet üzerine kurulu bir ilişkiden işbirliğine geçen Kürt hareketlerinin bu politikalarının arkasındaki faktörler olarak şunlar ileri sürülebilir:
 
a. Her iki aktör de Esad Yönetimi’nin gideceğine kesin gözüyle bakmaya başlamıştır. PYD son iki ay içinde bir tavır değişikliğine gitmiş, kademeli olarak Esad ile arasına en azından görünürde bir mesafe koymaya başlamıştır. Benzer bir biçimde uzun süredir Suriye Kürtleri konusunda temkinli adımlar adan KDP de aynı şekilde Esad’ın gideceğine inanınca trenin kaçırılmaması için düğmeye basmıştır.
 
b. Bugüne değin iki parti arasındaki mücadeleden zararlı çıkan yine bu partiler olmuştur. Tarihsel rekabetin ideolojik, kültürel, siyasi ve uluslararası boyutları bulunmaktadır. Fakat gelinen noktada PKK’nın KDP’den gelecek lojistik ve mali destek olmadan Suriye’de istediği gibi bir yapıya ulaşamayacağını düşündüğü anlaşılabilir. KDP ise kendisine yakın olan siyasi partilerin aslında Suriye içinde güçlerinin son derece zayıf olduğunun farkındadır. Suriye Kürtlerin yaşadığı bölgelerde batıya doğru gittikçe KUK’un içindeki partilerin etkinliği yok denecek kadar azdır. KUK’daki partilerin halihazırda etkinlik kurabildiği az sayıda yerleşim bulunmaktadır. Hatta Kamışlı dışındaki bölgelerde büyük ölçüde etkinliklerini yitirdikleri görülmektedir. Bu nedenle KDP, Suriye Kürtleri üzerinde PKK ile açık bir güç mücadelesine girse dahi mevcut şartlarda kendisine yakın grupları etkin kılabilme şansı yok denecek kadar azdır.
 
c. KDP, Suriye Kürtleri üzerindeki etkinlik sağlama çabasına uluslararası destek bulabilse dahi KBY sınırları içindeki Kürt partilerin Suriye’deki Kürt partileri ve gelişmeler konusunda tek bir politikası bulunmamaktadır. Örneğin KYB Suriye Kürtleri konusunda çok daha temkinli bir politika izlerken KBY’deki muhalif partiler de sıklıkla KDP’yi yürüttüğü politikadan dolayı eleştirmektedir.
 
d. Şu anda Suriye’deki çatışmalar Esad yönetimine bağlı güçler ile Özgür Suriye Ordusu arasında gerçekleşmesine rağmen, Kürtler sonunda Suriye’nin etnik ve/veya mezhepsel bir savaşa sürükleneceğine inanıyorlar. Bu tür bir savaşın çıkması halinde gerek mevcut rejimin taraftarları gerekse iktidara talip olan yeni oluşumlar için Kürtler çok önemli bir müttefik ya da denge sağlayıcı bir aktör haline geleceklerdir. Yani, Suriye’de Esad’ın devrilmesinden sonra aynı Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra olduğu gibi Şiilerin Sünnileri Sünnilerin Şiileri dengelemek için Kürtlere ihtiyacı olacaktır. Bunun için Suriye’de rekabet eden Kürt partiler önceden kendi aralarındaki sorunları en azından kısa süreliğine bir kenara koymaları ve ortak çalışmaları gerektiğini düşünmeye başlamışlardır.
 
2. PKK ile KDP arasında işbirliğinin başlamış olması aynı zamanda aralarında bir rekabet olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. İki güç arasında bir yandan işbirliği başlamışken diğer yandan mücadele sürmektedir. Kürt grupların kontrol altına aldığı şehirlerde 19 Temmuz’dan beri yapılan gösterilerde ortak bayraklar açılırken ele geçiren devlet dairelerinde sadece PYD flamaları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra kontrol edilen bölgelerde büyük ölçüde PYD’nin sözü geçtiği, yönetimin ortak olması gerekmesine rağmen pratikte buna uyulmadığı görülmektedir. Özellikle bazı şehir ve kasabaların kontrol edilmesinden sonra iki aktör arasındaki gerginlik daha da belirginleşmiştir. Örneğin KUK, Derik’in kontrolünün ele geçirilmesinden sonra PYD’ye bağlı silahlı güçlerin kentin adliye ve polis merkezini ele geçirdiğini bunun kendilerinden habersiz yapıldığını ileri sürmüştür. Ayrıca Kürtlerin kontrolünde olan bölgelerde PYD bayraklarının ağırlığı ve KUK’un bu konuda geri kalması sonucunda bir tartışma çıkmıştır. Sonuçta bayrak-flama sorununun yarattığı gerginliğin giderilmesi için ortak bir bayrak kabul edilmesi çalışmaları başlatılmıştır. PYD ile KUK (KDP ile PKK) arasındaki güç mücadelesinin devam ettiğinin bir diğer kanıtı da PYD’nin Suriye’de olduğu iddia edilen 2000 civarındaki militanına karşılık (bazı kaynaklar bu sayıyı son dönemde 4-5 bine çıkarmaktadır.) KUK’a bağlı partilerin önde gelenleri (hatta mevcut lideri) kendilerinin de silahlanma ihtiyacında olduğunu açıklamıştır. Bütün bunlara ek olarak olayların gelişim sürecinde Mesut Barzani Suriyeli Kürtlerin Kuzey Irak’ta eğitildiğini ve geri gönderilmeye hazır olduğunu ilan etmiştir. KBY tarafından yapılan açıklamada KBY’de eğitilen Suriye Kürtlerinin Suriye’ye geri dönmesi çabasının Suriye’deki Kürtleri Esad yönetiminden korumak olduğu ileri sürülmektedir. Fakat KDP’nin bu Kürtleri Suriye rejiminden korumak mı, yoksa PYD’nin silahlı gücü ve tabandaki örgütlenmesi sayesinde sağladığı etkinliğe karşı bir etkinlik kurmak ya da etkinlik kurma çabasında olanlara fiziki destek sağlamayı amaçladığı tartışılır. Barzani’nin gözetiminde Erbil’de yapılan toplantıya katılan kişilerin bile Suriye’ye döndüklerinde PYD tarafından gözaltına alındığı ve ancak bazı siyasilerin araya girmesiyle serbest bırakıldığı dikkate alındığında KDP ile PKK’nın tam olarak ortak hareket ettiğini söylemek zordur. Bugün iki aktör arasında bir işbirliği zemini oluşmasına rağmen bu işbirliğinin uzun vadeye yayılması ve derinleşerek devam etmesini zorlaştıran iki temel unsur bulunmaktadır:
 
Bunlardan birincisi KDP’nin Irak içindeki konumu ve ikincisi ise iki aktörün bölgesel ittifaklarıdır. KDP’nin sadece Irak’taki Kürtlerin değil tüm Kürtlerin liderliğine oynadığı bir süredir açıkça görülmektedir. Ancak, son aylarda Irak’ta yaşanan olayların da gösterdiği gibi KDP’nin diğer Kürt partileri belli bir amaca kanalize etme yeteneğinin ve kapasitesinin sınırları bulunmaktadır. Hatta, KDP’nin Irak içinde bile Kürtlere tam olarak hakim olmadığı görülmektedir. Gerek KYB’nin gerekse İslamcı muhalefet ile Gorran’ın KBY içindeki güç dengelerinde ihmal edilemez birer güç olduğu unutulmamalıdır. Son olarak, KDP’nin hem Irak içindeki gücünün hem de KBY içindeki ittifakların sınırlarını Maliki krizinde gördüğü ileri sürülebilir. KDP Maliki’nin düşürülmesi çabalarını KBY’deki iç politik değerlendirmelerin dışında Kürtlerin ortak bir sorunu olarak resmetse ve Irak’taki Kürt davasının bir parçası olduğunu ileri sürse de sonuç Kürtlerin ortak çıkarları ve mücadelesi jargonunun Bağdat’ta işe yaramadığının görülmesi olmuştur. Bağdat’ta ne Gorran ne de KYB, KDP ile birlikte hareket etmiştir. Bugün Kürtlerin ortak davası söyleminin KDP tarafından Suriye olayında kullanıldığı görülmektedir. Fakat tüm Iraklı Kürt siyasi partiler Suriye Kürtlerine yönelik KBY’nin politikasına söylemsel destek vermelerine rağmen pratikte tüm partilerin aynı şekilde davranmadığı gözlenmektedir.
 
KDP-PKK işbirliğinin derinleşerek devam etmesini engelleyecek diğer unsur ise her iki aktörün de dış güçlerle ilişkileri/ittifaklarıdır. KDP’nin Türkiye ile ilişkileri ve Türkiye’nin PKK konusundaki hassasiyeti KDP-PKK ilişkisini sınırlamaktadır. Son birkaç yıl içinde Iraklı Kürtler (özellikle KDP) ile Türkiye arasında gelişen yakın ekonomik ve siyasi ilişkiler her iki taraf için de kolaylıkla bir kenara atılamayacak kadar önemli hale gelmiştir. Özellikle son dönemde Irak merkezi hükümeti ile yaşadığı siyasi sorunlara bir de petrol anlaşmalarından kaynaklanan sorunların eklenmesi KBY için son derece stratejik bir gelişmenin önünü açmıştır. KBY’nin Irak merkezi hükümetinden bağımsız imzaladığı petrol anlaşmaları çerçevesinde çıkartmış olduğu petrolü doğrudan Türkiye’ye göndermesi Kürtler için son dönemdeki en önemli stratejik kazanım olarak görülebilir. Birkaç yıldır Bağdat’tan alması gereken payın çok altında gelir elde ettiğini ileri süren KBY için Türkiye ile doğrudan ticarette elde ettiği paranın miktarından ziyade petrolü Irak merkezi hükümetinden bağımsız bir gelir kaynağına çevirmenin ilk adımı olması açısından önemlidir. Bu durum Kürtler için nihai stratejik hedef olan bağımsız devletin ilan edilmesi açısından kritik bir önem taşımaktadır. Buna karşılık Türkiye’nin her geçen gün artan enerji ihtiyaçlarını petrol ve doğal gaz açısından bir fırsat olarak gördüğü KBY’den sağlaması son derece önemlidir. Fakat Türkiye ve KBY’nin karşılıklı olarak doğrudan petrol satışı üzerindeki fırsat-maliyet dengesi analizi yapıldığında KBY için çok daha vazgeçilmez olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, Iraklı Kürtler Türkiye ile geliştirdikleri bu ilişkileri Suriye’deki gelişmeler pahasına bir kenara bırakacak değildir. Ancak, Türkiye’nin bu konudaki telkinleriyle KDP’nin ya da KBY’nin Suriye’deki girişimlerini sonlandırması beklenmemelidir. KBY’nin daha çok Türkiye’nin endişelerini kısmen giderecek bir telafi ve yumuşatma politikası izlemesi olasılığı daha yüksektir.
 
PYD’nin dış ilişkileri ise KDP’nin ilişkilerine göre daha genç ve yetersiz olsa da PKK’nın Ortadoğu denklemi içinde oynadığı rolün küçümsenmemesi gerekmektedir. Tarihsel olarak Ortadoğu’da Suriye ve İran ile yakın ilişkiler geliştirmiş ve bu devletlerin sağladığı destek ile 1980 ve 90’lı yıllarda güçlenmiş olan PKK’nın pragmatist bir örgüt olduğu söylenebilir. 2003’te Irak’ın işgali sonrasında PJAK’ın kurulması ve İran’da diğer devletler için istihbarat toplama başta olmak üzere yürüttüğü faaliyetler, PKK’nın Ortadoğu denkleminde sabit bir ittifaklar düzeni içinde olmak yerine değişken stratejiler uyguladığını göstermektedir. Suriye’de krizin başlaması sürecinde doğrudan olmasa da Esad yönetiminin yanında yer alan PYD’nin de bu pragmatizmi sergilediği açıktır. Bir yıldan uzun bir süre boyunca Suriye Kürtleri arasındaki yaygın iddialara göre muhalefete katılan Kürt partilere Esad yönetimi adına baskı uygulayan PYD’nin son birkaç aydır söyleminde ve yaklaşımında değişim görünmektedir. “Geçiş Yönetimi çalışmalarına katılan ve diktatörlüğün son bulmasını” dillendirmeye başlayan PYD’nin diğer Kürt partilerle uzlaşması ve hatta ÖSO’na zaman zaman sıcak mesajlar göndermeye çalışması buna örnek olarak gösterilebilir. Fakat ne diğer Kürt partileri ne de SUK’a bağlı parti ve örgütler PYD’nin değiştiğine inanmamaktadır. İster Kürtlerin öz yönetim bölgeleri kurma çabası olsun isterse Esad’ın planladığı bir hamlenin parçası olsun Suriyeli muhalifler bazı Kürt şehir ve kasabalarının Kürt partilerin kontrolünde olmasına izin vermeyeceklerini ilan etmişlerdir. Suriye’de isyanın başlamasından bu yana PYD’nin Esad yönetimi ve İran ile ilişkisi sadece Suriye içinde değil konuyla ilgili Ortadoğu ülkeleri ya da ABD başta olmak üzere bazı batı ülkelerinde sempatiyle karşılanmamıştır. Özetle, PKK ile KDP arasındaki işbirliğinin en azından günümüzde adı konulmamış, kırılgan ama her geçen gün daha önemli hale gelen bir durumu olduğu söylenebilir.