7 Ekim Sonrasında Türkiye’nin Gazze Diplomasisi

7 Ekim'de Gazze'de başlayan çatışmaların ilk gününden bu yana süreci yakından takip eden Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın öncülüğünde aktif bir diplomasi yürütüyor. Saldırıların ilk gününden bu yana Türk yetkililer bir yandan birçok dünya lideriyle görüşmeler gerçekleştirirken diğer yandan da uluslararası örgütler aracılığıyla Türkiye'nin uluslararası hukuk çerçevesince krize dair yaklaşımlarını hayata geçirmenin yolunu arıyor.

Türkiye’nin Üç Temel Önceliği
Çatışmaların başlaması sonrasında Türkiye'nin diplomatik temasları ve attığı adımların üç temel önceliğe dayandığı görülmektedir. İlk öncelik, sivillerin korunmasıdır. Türk yetkililere göre 360 kilometrelik dar bir alanda zor koşullarda hayatlarını devam ettiren Gazzelilerin sivil-militan ayrımı gözetmeksizin bombalanması uluslararası hukuka aykırıdır ve bu nedenle derhâl durdurulmalıdır. Bu noktada Gazze'nin daha fazla tahrip edilmesinin sivil kayıplar açısıdan daha ağır sonuçlar doğuracağı mesajları verilmektedir. İkincisi, Türkiye sürecin başından itibaren savaşın bölgeye yayılmasını önlemeye odaklanmıştır. Zira Türkiye, Filistin-İsrail çatışmasını bölgedeki istikrarsızlığın en önemli nedenlerinden biri olarak görmektedir. Bu nedenle, çatışmanın sorunlar yaşayan bölgeyi tam anlamıyla bir ateş topuna çevirmesinden endişe duyuluyordu. Türk yetkililer bu süreçte, çatışmanın yayılmasını önlemek için herkesin sorumlu davranması gerektiği mesajına odaklandı. Son olarak Türkiye, çatışmaların durdurulmasının ardından soruna kalıcı bir çözüm bulunması için uluslararası toplumun devreye girmesinin önemini vurguladı. Dışişleri Bakanı Fidan, Türkiye ve bölgedeki diğer bazı ülkelerin Filistin için diğer ülkelerin ise İsrail için garantör olabileceğini belirtti. Ancak burada altı çizilen en önemli husus, bu krizin iki devletli çözümün gerçekleşmesi yönünde adımlar atılması için bir fırsat olarak kullanılması gerektiğiydi.

Kısa ve Uzun Dönem Perspektifi
İlerleyen dönemde İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının yoğun bir şekilde devam etmesi, Türkiye'nin çabalarında yeni bir döneme girilmesine yol açtı. Bu süreçten sonra kısa ve uzun vadeli hedefler belirleyen Türkiye, kısa vadede Gazze'deki sivillerin korunması ve bir an önce ateşkesin sağlanması için çalışmaya devam etmektedir. 7 Ekim'den sonra 4 karar tasarısını veto eden BMGK'da 17 Ekim'de Rusya tarafından sunulan “insani ateşkes” talep eden karar tasarısına ABD, İngiltere, Fransa ve Japonya “hayır” oyu verdi. Bunu takiben Brezilya'nın “çatışmaların durdurulmasını” talep eden karar tasarısı 18 Ekim'de ABD tarafından veto edildi. Ardından 26 Ekim'de, ABD'nin “ülkelerin meşru müdafaa hakkına” atıfta bulunan karar tasarısı Rusya ve Çin tarafından veto edildi ve aynı gün Rusya'nın insani ateşkes çağrısında bulunan karar tasarısı da ABD ve İngiltere tarafından veto edildi. Karar tasarıları kabul edilmese de 193 üyeli BM Genel Kurulunda 121 ülke Gazze'de insani ateşkes çağrısı yapan karara “evet” oyu verdi. Oylamadan geçirilmeye çalışılan tüm kararların ABD ve destekçileri tarafından engellendiğine dikkat çeken Türkiye, ABD baskısı olmasaydı kararın kabul edilmesinin önündeki engelin kalkmış olacağını ifade etti.

Bu gelişmenin ardından Türkiye, bundan sonraki süreçte oylamada çekimser kalan ülkeleri ikna etmek ve evet oyu veren ülkelerin Gazze politikalarını somutlaştırmak için çalışmalar yürüteceğine işaret etti.  Türkiye, 11 Kasım'da İstanbul'da gerçekleştirilen Türk Devletleri Teşkilatı Zirvesi ve 12 Kasım'da gerçekleştirilen İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi ile Gazze'deki çatışmaların durdurulması için gerçekleştirilen zirvelerin ardından diplomatik temaslarını artıracağına işaret ederek farklı coğrafyalardaki ülkelerin Gazze'deki insani durumun iyileştirilmesi konusunda istekli olduğunun altını çizdi. Riyad'daki İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) toplantısını takip eden süreçte, BMGK oylamasında çekimser kalan ülkeleri BM kararını kabul eden 120 ülkenin yanına çekmeyi hedefleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu amaçla çekimser kalan ülkelerin liderleriyle gerek telefonla gerekse yüz yüze görüşerek ateşkese destek verilmesi için çaba gösterileceğine işaret etti. Böylece Türkiye önce ABD, ardından da İsrail üzerindeki uluslararası kamuoyu baskısının artırılmasına gayret etmektedir.

Bu çaba aynı zamanda, Türkiye'nin 7 Ekim sonrasında uzun vadeli sonuçlar elde etme bağlamında ortaya koyduğu politikanın ikinci ayağını oluşturmaktadır.  Türkiye, ateşkes durumunun mümkün olması ya da çatışmaların sona ermesinden sonraki süreçte konuyu 1967 sınırlarına dayalı iki devletli çözüm aşamasına getirmenin yollarını arıyor. Böyle bir sürecin gerçekleşmesi kuşkusuz İsrail iç siyasetindeki gelişmelerle de birebir ilgilidir.  Hâlihazırda savaş durumunda bulunulması nedeniyle birlik ve bütünlük izlenimi veren İsrail halkı içerisinde savaşın gidişatı ve İsrail açısından ortaya koyacağı sonuçlara dair fikir ayrılıkları dikkat çekmektedir. Mevcut durumda Başbakan Netanyahu'ya yönelik eleştiriler nedeniyle İsraillilerin Netanyahu'dan çok İsrail Savunma Kuvvetleri arkasında toparlanmış olması savaş sonrasında İsrail iç siyasetinden yeni gelişmeler olabileceğine kuvvetle işaret etmektedir. İsrail'de olağan seçimlere daha üç yıl varken başlayan bu tartışmalar, çatışmaların azalması ya da sona ermesi durumunda Başbakan Netanyahu'nun yeni bir gerçeklikle karşı karşıya kalacağını gösteriyor. Bölgede işlenen savaş suçları, 28 Ekim'de İstanbul'da düzenlenen Büyük Filistin Mitingi'nde Türkiye'nin İsrail'in insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarının Uluslararası Ceza Mahkemesine taşınması için yapılacak girişimleri destekleyeceğini açıklamasına neden oldu. Türkiye'nin bundan sonraki süreçte başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere ilgili makamlarca bu konuda çalışmalar yürüteceğine dikkat çekildi.

Türkiye, UCM'nin kurucu anlaşması olan Roma Statüsü'ne taraf olmamakla birlikte UCM'nin faaliyetlerini yakından takip etmekte ve Taraf Devletler Meclisi toplantılarına katılmaktadır. UCM'ye başvurmanın önemli yollarından biri olan BMGK kararı alınması, özellikle ABD ve Batılı ülkelerin vetosu nedeniyle zor görünse de Roma Statüsü'ne taraf olan başka bir ülkenin bu başvuruyu yapması mümkün. Filistin tarafının daha önce İsrail'i savaş suçları nedeniyle UCM'ye götürdüğü biliniyor. Dolayısıyla İsrail'e yönelik kamuoyu desteğinin ciddi şekilde zedelendiği ve dünya kamuoyunun İsrail saldırılarına karşı ciddi tepki gösterdiği bir süreçte Türkiye konunun UCM'ye taşınması konusunda çalışmalar yürütüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Almanya Ziyaretinin Yankıları
Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Almanya ardından ilerleyen günlerde gerçekleşecek Cezayir, İran ve Yunanistan ziyaretlerinde konunun ele alınması önem arz etmektedir. Bu ziyaretlerde İsrail'in Filistin'e yönelik insanlık dışı saldırılarının gündeme getirilmesi ve başta Avrupa ülkeleri olmak üzere İsrail'in saldırılarına karşı sesini yükseltemeyen ülkelere gerekli mesajların verilmesi önem taşıyor.

18 Kasım'da Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile bir araya gelen Erdoğan, buradaki temaslarında İsrail'in Filistin'e yönelik uyguladığı insanlık dışı saldırılarını gündemine getirdi ve İsrail'in saldırıları karşısında sesini yükseltemeyen Avrupa ülkelerine mesajını Berlin'den iletti. Almanya'nın Filistin-İsrail meselesinde İsrail'in varlığını bir devlet politikası olarak değerlendirmesi konusunu Holokost geçmişi üzerinden değerlendiren Erdoğan'ın bu sözleri Almanya ve İsrail basınında dikkatle takip edildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ortaya konulan barış perspektifine karşı Alman basınında yer alan haberlerde Hamas'ın Türkiye tarafından bir direniş örgütü olarak değerlendirilmesine dikkat çekildi. Bununla beraber Almanya Başbakanı Scholz'un Erdoğan’a, İsrail karşıtı tezlerini yayması için imkân sağlamakla suçlandığı görüldü. Scholz'un suçlanmasının en önemli sebebi yakın danışmanlarının yoğun itirazlarına rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ortak basın toplantısına onay vermesiydi ve bu konuda Scholz yoğun eleştiri aldı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Berlin ziyareti her ne kadar Türkiye ile Almanya arasındaki Gazze konusundaki görüş ayrılıklarını gideremese de Türkiye'nin rehinelerin kurtarılması konusunda bir rol oynayabileceğine dikkat çekilmesi ve insani durumun iyileştirilmesi konusunda bir ortak zemine ulaşıldığı görülmektedir. İlerleyen süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Refah Sınır Kapısı üzerinden Gazze'ye gıda ve ilaç başta olmak üzere yardımların ulaştırılmasını sağlayan Mısır'a bir ziyaret gerçekleştireceği haberi de bölgedeki insani krizin bir nebze olsun hafifletilmesi açısından önem taşıyor. Tüm bu faaliyetlerin ardından Türkiye tarafından çalışmaları sürdürüldüğü belirtilen Uluslararası Barış Konferansı'nın siyasi arka planının tamamlanması bekleniyor.