Filistin Meselesinde Cezayir’in Duruşu

Filistin meselesi, Cezayir halkının ve hükûmetlerinin başından beri yakın ilgi gösterdiği ve İsrail işgaline karşı her zaman Filistinlilerden yana ilkeli duruş sergilediği bir konu olmuştur. Son dönemde bazı Arap devletleri İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzalarken, Cezayir İsrail ile normalleşmeye şiddetle karşı çıkmakta, İsrail’i tanımayı Araplara ve İslam alemine ihanet olarak görmektedir. Cezayir’in Filistin meselesindeki duruşu sadece hükûmetlerin veya devletin politikaları bakımından değil, Cezayir halkının diğer Arap ülkelerine nazaran daha duyarlı olmaları bakımından da farklılaşmaktadır. İsrail ile normalleşme anlaşmalarına tepkileri ölçmek için yapılan anketlerde Cezayir’in %99 oranla normalleşmeye karşı çıkan ve en sert tepkiyi veren Arap ülkelerinden biri olduğu görülmektedir.[1] Cezayir’in İsrail’i tanımamasının ve Filistinlileri koşulsuz desteklemesinin arka planında Fransız işgali ve sömürgesi ile yüzleşmiş ve bunun için kanlı bir bağımsızlık mücadelesi vermiş bir toplumun hafızası yer almaktadır.

Halkının çoğunluğu Müslüman ve Arap olan Cezayir’de devlet, İslam ve Arap kimliği üzerine inşa edilmiştir. Bununla birlikte sömürgecilik karşıtlığını devletin dış politikasının temel ilkelerinden biri olarak kabul etmiştir. Cezayirliler 130 yıllık Fransız sömürgeciliği esnasında yaşadıkları acı tecrübelerin başka milletler tarafından yaşanmaması için onların bağımsızlık mücadelelerine destek olmaya çalışmıştır. Örneğin Cezayir açısından, Batı Sahra sorununun bir boyutu Fas’ın Batı Sahra’yı işgali sebebiyle bölge halkının taleplerini yani kendi kendini yönetme hakkını gasp etmesidir. Aynı şekilde Filistin’deki İsrail işgaline bir halkın hatta aynı din ve soydan gelen Filistinli kardeşlerinin yaşadığı zulüm olarak yaklaşmaktadır. Bu sebeple Cezayir, her zaman sömürge ve işgal hafızasının getirdiği acı hatıralarla Filistin meselesine yaklaştığı için İsrail ile hiçbir diplomatik ilişki kurmamıştır.

Tarihsel bakımdan Cezayir, Filistin davası savunuculuğunda her daim ön saflarda bulunmuştur. Cezayir, bağımsızlığından sadece beş yıl sonra başlayan Altı Gün Savaşları’na (1967) asker ve uçak göndererek İsrail’e karşı Arap müttefiklerine destek vermiş, 1973 Yom Kippur Savaşı’nda da diğer Arap devletleriyle birlikte hareket ederek nispeten uzak bir coğrafyada olmasına rağmen uçak ve asker desteği sağlamıştır. Arap-İsrail savaşlarının sona erip diplomatik ilişkilerin kurulmaya çalışıldığı dönemde Mısır’ın Enver Sedat liderliğinde İsrail ile Camp David Anlaşması’nı imzalaması sonrasında Cezayir, Mısır ile ilişkilerini keserek sert tepki göstermiştir.

Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile yakın ilişkiler kuran Cezayir, 1970’lerden itibaren Filistinli militanlara silah ve eğitim desteği sağlamıştır. Ancak Cezayir’in Filistin meselesinde istisnai bir konuma taşıyan en önemli gelişme şüphesiz 1974’te FKÖ’nün BM’de gözlemci statüsü elde etmesini ve Yaser Arafat’ın BM Genel Kuruluna konuşma yapmasını sağlaması yanında Filistin’in Cezayir’de büyükelçilik açmasına izin vermesidir. BM’de Genel Kurul Başkanı olan Cezayir’in BM Temsilcisi Abdülaziz Buteflika’nın diplomatik girişimleri neticesinde FKÖ’nün gözlemci statüsü ile BM’de yerini alması ve Yaser Arafat’ın bütün devletlerin temsilcilerine hitap etmesi, 1993 Oslo Anlaşması ile Filistin devletinin tanınmasına ve iki devletli çözümüne giden süreçte Filistin devletinin uluslararası tanınırlığı açısından kritik bir öneme sahiptir.

1987’de İsrail işgaline karşı Birinci İntifada’nın başlamasıyla Cezayir, Arap Birliği’ni harekete geçirmede ve Filistinlilerin sesini duyurmada ön sırada yerini almıştır. Filistin devletinin Yaser Arafat öncülüğünde 15 Kasım 1988’de bağımsızlığını başkent Cezayir’de ilan etmesi ve Cezayir’i ilk tanıyan devlet olması bunun göstergesidir. 90’lı yıllarda Oslo Barış Görüşmeleri’nin oluşturduğu hava ile Ürdün ve Fas gibi bazı Arap devletlerinin İsrail ile diplomatik ilişki kurmasına şiddetle karşı çıkan Cezayir, ilkeli ve sert duruşunu sürdürmeye devam etmiş ancak 1991 yılından itibaren iç savaşın başlamasıyla bölgesel gelişmelerin ve doğal olarak Filistin meselesinin uzağında kalmıştır.

Kısacası Cezayir’in bağımsızlık sonrası kısa tarihine baktığımızda Filistin meselesinde sömürge ve işgalin getirdiği acı hatıralarla Filistinlilerin yaşadığı zulüm arasında kurulan bağlantı, Cezayir’i Filistin meselesinde İsrail’e karşı hiçbir zaman taviz vermeyen ve tepkisel bir konuma getirmiştir. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi bu durum Cezayir devletinin veya hükûmetlerinin bir politikası olarak ortaya çıkmamaktadır, bilakis Cezayir halkının kendini özdeşleştirdiği ve duygusal bir bağla Filistin davasına sarıldığı bir durum söz konusudur. Elbette bu durum da iç siyaseti etkileyen ve şekillendiren konulardan biri olmaktadır. Örneğin, 1999’da Fas Kralı II. Hasan’ın cenaze töreninin Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika’nın İsrail Başbakanı Ehud Barak ile el sıkışması ve ayaküstü konuşması bile Cezayir kamuoyunda infiale yol açmıştır. Sonraki süreçte Abdülaziz Buteflika sık sık medyaya demeç vererek İsrail’i tanımayacaklarına ve gizli görüşmeler yapmadığına dair Cezayir kamuoyunu ikna etmek için beyanatlar vermek zorunda kalmıştır.

Trump yönetiminin, Arap devletlerinin İsrail ile normalleşme sürecini başlatması ve “Yüzyılın Anlaşması” diye adlandırdıkları çözüm planı henüz resmiyet kazanmadan önce Cezayirli yetkililer, normalleşmeye kesinlikle karşı olduklarını dile getirerek İsrail diye bir devletin varlığını tanımayacaklarını söylemişlerdir. Cumhurbaşkanı Tebbun Filistin meselesine “kutsal” bir dava olarak baktıklarını belirterek Filistin meselesine olan derin bağlılıklarını vurgulamıştır. Geçmişte Mısır ve Ürdün’ün İsrail ile normalleşmesine karşı çıkan Cezayir, Trump yönetiminin ara buluculuğu ile normalleşme akımına katılan BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan’ı sert bir şekilde eleştirerek tutarlı duruşunu sürdürmüştür. Cezayir’in normalleşme anlaşmalarına karşı tepkisi sadece söylem düzeyinde kalmamış, eylem düzeyine de taşınmıştır. Örneğin normalleşme anlaşmaları sonrasında OECD Uluslararası Parlamentolar Ağı toplantısına İsrailli bir temsilcisinin katılmasına tepki olarak toplantıdan çekilen Cezayir, Fas ile diplomatik görüşmeleri başlatmak için gelen İsrailli heyetin uçağının kendi hava sahasından geçmesine de izin vermemiştir.

Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki Filistinlilerin zorla göç ettirilmesi ve Mescid-i Aksa’daki Müslümanlara saldırılar ile başlayan son gelişmelerde de Cezayir net duruşunu ortaya koyarak Filistinlilerle olan dayanışmasını sürdürmüştür. Bu esnada Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun telefonda görüşerek her alanda güçlenen iş birliğini Filistin meselesinde de sürdürme kararı almıştır. Aynı şekilde Cezayir Dışişleri Bakanı Sabri Bukadum da Türkiye’nin Filistin meselesindeki koordinasyon ve çabaları için teşekkür ederek Filistin’le olan dayanışmaya katkı sağlamaya devam edeceklerini ifade etmiştir.

Sonuç olarak Kuzey Afrika’nın önemli ülkelerinden biri olan Cezayir, nispeten uzak bir coğrafyada olmasına rağmen Filistin meselesi ile devlet ve toplum olarak yakından ilgilenmekte ve kısıtlı imkânlarına rağmen İsrail’in işgalci siyasetine karşı koyarak Filistinlilere en azından moral desteğini sürdürmektedir. Birçok Arap devletinin İsrail ile normalleşerek meşruiyetini güçlendirdiği veya daha da kötüsü aleni İsrail destekçiliği yaptığı bu dönemde Cezayir’in ilkeli ve tutarlı duruşu, Filistinliler tarafından takdir edilmektedir. İsrail’in son saldırıları sonrasında Türkiye’nin diplomatik girişim çabalarını destekleyen Cezayir, Filistin meselesindeki tarihî rolünü yakın gelecekte Filistin ve İsrail’de yaşayan Araplara maddi ve manevi destek olarak ve aynı zamanda Filistinli taraflar arasındaki anlaşmazlıklarda ara buluculuk rolü üstlenerek katkı sağlayabilir. Ayrıca Cezayir, Arap dünyasında Filistin duyarlılığını iktidarlar nezdinde yeniden harekete geçirerek Türkiye ve Mısır gibi önemli aktörlerle İsrail’in işgalci siyasetini önleyebilme kapasitesine sahiptir. Cezayir’in Filistin meselesindeki bağımsızlığından beri sürdürdüğü ilkeli ve samimi duruşu, belki de Cezayir’e yeni tarihî fırsatlar sunacak, özellikle Filistinli tarafların birliğini sağlama hususunda İsrail karşısında Filistinlilere ciddi kazanımlar sağlayacaktır.


[1] “Arab majorities overwhelmingly oppose any normalisation with Israel”, TRT World, 7 Ekim 2020.