Irak’ta Yaklaşan Yerel Seçimler: Boykot Çağrıları ve Meşruiyet Tartışması

Meşruiyet, devletin çıkarlarını gerçekleştirmek için bazı yetkileri kullanabilmek amacıyla siyasal sistemin ve bu sistemin çeşitli faaliyetlerinin genel olarak kabul edilmesi ve halkın çoğunluğunun belirli bir sistemi göreceli olarak kabul etmesi şeklinde tanımlanmakta ve siyaset biliminin temel kavramlarından biri olarak kabul edilmektedir. Burada kabul ilkesi herhangi bir sistemin meşruluğunun temeli olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bir siyasal sistem ne kadar güçlü ve yetkilendirilmiş olursa olsun, yasal ve anayasal çerçeveler içinde halkın rızası olmadan, otoritesi meşruluktan yoksun bir baskıcı güç olarak görülmektedir.

Siyasal sistemin ve aktörlerinin meşruiyet meselesi, yalnızca toplumun rejimi kabul etmesine veya yönetim organlarının meşruiyeti elde etmek için kullandıkları uluslararası tanınırlığı sağlama, muhalefet oluşturma, uzlaşı sağlama gibi araçlara bakılarak analiz edilemez. Siyasi sistemin meşruiyetini analiz etmek için daha ziyade farklı bileşenlerin, milletlerin ve dinlerin bulunduğu bir ortamda, sistemin temsilcilerinin ve kurumlarının toplumu gerçekten temsil kabiliyetine, kamu menfaatini ve toplumun bütünlüğünü korumak için gösterdiği çabalara bakılmalıdır. Bu nedenle, siyasi aktörün meşruiyeti, meşruiyet kazanma stratejilerinden ziyade siyasi temsil kavramıyla bağlantılı olmalıdır ve bu durum, Irak’taki seçimlerin ve sonuçlarının meşruiyetine ilişkin krizin temel nedeni olarak görülebilir.

Toplumun gelişimiyle siyasal sistem arasında ters bir ilişki vardır ve her ikisi de karşı tarafa kendi ilkelerini, sembollerini, hedeflerini yansıtarak varlıklarını kanıtlamaya çalışırlar. Bu ortamda siyasal sistemin meşruiyeti siyasal ifadenin topluma, kamuoyuna ve siyasal kültüre dair nitelikleri ve bunların yeterli olup olmadığıyla ilgilidir.

Irak’ta halkın 2023 Aralık ayı ortasında yapılacak olan vilayet meclisi seçimlerini boykot etme kararı, kuruluşundan bu yana çıkmazda bulunan siyasal sistemin içinde bulunduğu meşruiyet krizinin bir göstergesidir. Bu durum, iktidardaki aktörlerin devleti ve sistemi yönetme, iktidar değişimi kararına katılmanın gerekliliği ve iktidarın dizginlerini kimin elinde olacağının belirleme gerekliliğine inandırmadaki başarısızlığının doruk noktasıdır. Bu durum genel olarak seçimlerin yapılabilirliği konusunda geniş bir tartışmaya yol açmaktadır. Bu da parlamento seçimlerinin veyahut yerel seçimlerin, ülkenin sorunlarına çözüm olmadığı anlamına gelmektedir. Aksine, genellikle ekonomik sistemin başarısızlığı, yasama sisteminin zayıflığı, güvenlik konusundaki ihlaller ve onun karmaşık kesişim noktaları, bu krizin yeniden ortaya çıkma olasılığını göstermektedir.

Düşük seçmen katılımı ve halkın memnuniyetsizliği, Irak’ta seçimlere yönelik artan halk boykotunun açık bir göstergesidir. 2003 yılından bu yana, yerel seçimlerin ya da parlamento seçimlerinin her turunda seçmen katılımı azalmıştır. Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonuna göre, 2005 yılında Iraklı seçmenlerin %80’i oy kullanmış ve bu durum, gelişen demokratik süreç açısından dikkate değer bir başarı olarak değerlendirilmiştir. Ancak 2010 ve 2014 yıllarında yapılan iki turlu parlamento seçimlerinde bu oran resmî kaynaklara göre %60 civarına düşmüştür. Sonrasında 2018’de açıklanan resmî rakamlara göre %45’e kadar gerilemiş, 2021 yılı erken seçimlerine katılım oranının da %40 civarında olduğu “resmen” açıklanmıştır. Yerel seçimlerde ise 2009 ve 2013 yıllarında yapılan vilayet meclisi seçimlerine katılım yaklaşık %50 oranında gerçekleşmiştir.

Her ne kadar halkın katılımı, her yerel seçim veya parlamento seçimine eşlik eden şiddet olaylarıyla karşılaştırıldığında yüksek görünse de bu yüzdelerin hepsi, seçimleri gözlemleyen yerel ve uluslararası kuruluşlar tarafından tartışılan rakamlardır. Bu kuruluşlar o dönemde oylama süreçlerini ve buna eşlik eden teknik aksaklık, hile ve halk boykotunu gözlemleyip kontrol ettikten sonra halk katılımının çok daha düşük olduğuna dair raporlar yayımlamışlardır.

Sadr Hareketi’nin lideri Mukteda es-Sadr, 13 Kasım 2023’te destekçilerine vilayet meclisi seçimlerini boykot etme çağrısında bulunarak bu seçimleri “içte ve dışta sistemin meşruiyetini azaltmak” için değerlendirmiştir. Sadr, X hesabında “Bozguncularla birlikte hareket etmeniz beni çok üzüyor. Seçimleri boykot etmeniz beni sevindirir, düşmanı kızdırır ve seçimlerin uluslararası ve yerel meşruiyetini zayıflatır, bozguncuların ve onlara uyanların ülkemiz üzerindeki hâkimiyetini azaltır. Cenab-ı Allah sevgili Irak’ımızı her türlü kötülükten, yolsuzluk ve adaletsizlikten korusun” şeklinde bir mesaj paylaşmıştır. Böylece bu seçimler, hareketin 20 yıl önce siyasi hayata girdiğinden bu yana boykot ettiği ilk seçim olacaktır.

Sadr'ın boykotu, Temsilciler Meclisi tarafından oylanan Sudani hükûmeti bakanlarının planlarına uygun şekilde vilayet meclisi seçimlerinin ertelenmesi ve erken parlamento seçimleriyle eş zamanlı olarak gerçekleştirilmesi yönündeki tartışmaların sonuçsuz kaldığı bir ortamda gerçekleşmiştir. Ancak Parlamento Koalisyonu içinde bu konuda siyasi uzlaşmanın sağlanamadığı görülmektedir. Ayrıca seçimlerin ertelenmesini destekleyenlerle başta Kanun Devleti Koalisyonu ve Nuri el-Maliki liderliğindeki Dava Partisi olmak üzere seçimlerin ertelenmesini bir bahane olarak görenler arasında keskin bir ayrım olduğu da gözlemlenmektedir.  Kanun Devleti Koalisyonu ve Dava Partisi, mevcut yasama ve yürütme konusunda önümüzdeki günlerde Sadrcıların yerel sahnedeki yokluğundan yararlanarak daha fazla siyasi kazanım elde etmişlerdir.

Ayrıca Sadr’ın yerel seçimleri boykot etmesinin, Sudani hükûmetinin siyasi uzlaşı belgesinde yer alan 2024 yılında erken parlamento seçimlerinin yapılması maddesinin göz ardı edildiğini doğrulayan göstergelerin artmasının ardından geldiği söylenebilir. Bunun yanında yasal bağlam ve iktidar koalisyonundaki etkili partiler arasında açıklanmayan siyasi anlaşmaya göre mevcut hükûmetin dört yıl daha görevde kalacağı söylenebilir.

Irak’ta parlamento seçimlerinin son sonuçlarına göre en büyük oy payına sahip Sadr Hareketi’nin boykotu, halkın seçime katılım oranlarına ciddi bir darbe vurmaktadır. Seçim Komisyonunun açıkladığı resmî sonuçlara göre, Sadr Hareketi’nin destekçileri, oy verme hakkına sahip toplam seçmen sayısının %9’unu temsil etmekte olup yaklaşık 900.000 oy kullanmıştır. Böylece, 18 Aralık’ta yapılacak yerel seçimlere katılım oranının, Irak’ın 2003’ten bu yana tanık olduğu sekiz seçim arasında en düşük katılımlı seçim olması beklenmektedir. Halkın katılımına ilişkin resmî rakamlar (eğer doğru ve kesinse) %20 civarındadır.

Her seçimde yaşanan kitlesel boykot kararı ve bu durumun seçimlerin meşruiyetine yansımaları konusunda kapsamlı bir tartışma yaşanırken, katılım oranının düşük olduğu seçimlerden sonra kurulan hükûmetin uluslararası toplum ve bölgesel sistem tarafından tanınırlığı konusunda “halk boykotu Sadr’ın tweetinde belirttiği gibi yerel yönetimi ve vilayet meclislerini içeride ve dışarıda zayıflatacak ölçüde mi?” gibi birtakım sorular sorulmaktadır.

Anayasada veya seçim kanununda, seçmen katılımının belirli bir yüzdesini ifade eden, federal hükûmete veya yerel yönetime siyasi meşruiyet kazandıracak, “bu yüzde azalırsa hükûmet meşruiyetini kaybeder ve parlamentonun veya Vilayet Meclisinin güvenini kazanamaz” şeklinde bir madde bulunmamaktadır. Bu nedenle düşük katılım oranlarına dayalı bir hükûmetin meşruluğunun sorgulanması ve mantık aranması söz konusu olamaz. Çünkü bu tezin yasal dayanağı yoktur.

Sadr’ın “uluslararası meşruiyet” tezine gelince, yaklaşan seçimler yereldir; uluslararası boyutla hiçbir ilgisi yoktur. Ayrıca ülkelerin diplomatik ve ekonomik ilişkilerini oluşturan egemen dosyalarda geçen uluslararası etkileşimlerle de hiçbir bağlantısı yoktur. Bunlar yalnızca vilayetlerin yerel açıdan yönetilmesiyle ilgili seçimlerdir.

Sadr Hareketi’nin vilayet meclislerinde ve yerel yönetimlerde yer almaması, hem yerel hem de federal yetkililerle hareketin destekçileri için geniş bir kapı açmakta veya gerginlik ihtimalini artırmaktadır. Popüler boykot, hareketin liderini geniş kitlesel muhalefete yönelik devletin yükümlülükleriyle pozisyonlarından ve iktidar üzerinde baskı oluşturmak için sokak kartının kullanılmasından kurtaracaktır. Hareketin liderine, onun sözlerine ve talimatlarına bağlı olan güçlü bir kitle tabanı göz önüne alındığında, Sadr Hareketi’nin açıkça üstün olduğu söylenebilir. Sadrcılar bir grup veya otoriteye karşı harekete geçmeye karar verirse söz konusu durum tüm otoritelere zarar verecektir. Dolayısıyla hareketin vilayetlerde yasama ve yürütme alanında yer almamasını siyasi hayattaki rolünün azalması olarak gören siyasi grupların, durumu değerlendirirken hata yaptıkları söylenebilir. Bu durumda, hareketi seçimlere katılmaya ikna etmek ve onu otorite kurallarına ve kamu düzenine uymaya mecbur kılmak daha etkili olurdu.

Bir siyasi partiyi veya toplumsal bileşeni boykot etmek, siyasi sürecin meşruiyetinden hiçbir şey kaybettirmez. Bunun kanıtlarından en belirgin olanı, Sünnilerin 2005 yılındaki geçici hükûmet seçimlerini boykot etmesidir. Bu durum, uluslararası ve bölgesel toplulukları, en son 2021 seçimleri olmak üzere geniş halk boykotlarına işaret ederek, “temsil konusundaki yetersizlik” bahanesiyle hükûmetlerle iş yapmaktan alıkoymamıştır. Ancak bir siyasi grup veya bileşeni temsil eden etkili bir parti yoksa özellikle de iktidarı yönetmeye yönelik hâkim yaklaşımın çoğunluk sistemini değil, uzlaşmaya dayalı bir metodoloji benimsemesi nedeniyle siyasi yaşam karışacak ve istikrardan yoksun kalacaktır.

Seçmenleri, seçim sürecine katılmaya teşvik eden adil ve istikrarlı seçimlerin yapılması için, Irak’ta ilk seçim deneyimi olan 2005 yılı sonrası seçimlerin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Seçim kanununun birkaç kez değiştirilmesinden kaynaklanan istikrarsızlık seçimleri etkilemiştir. Bunun göstergesi Irak Parlamentosunun her dönemde siyasi uygulamaları ve yönetim sisteminin temel ilkesi olan demokratik seçim standartlarını göz ardı ederek ve kendi eğilimlerine uygun olarak seçim yasasını değiştiriyor olmasıdır. Kapalı bir listeden çoklu seçim bölgesine ve ardından vilayet için tekrar tek bir listeye geçiş, farklı denklemlerle Saint-Lague yasasının benimsenmesine yol açmıştır. Sonuçların tartışmalı olduğu, hilelerin ortaya çıktığı, yerinden edilmiş kişilerin oy verdiği, biyometrik kartlar konusunda kronik ikilemin yaşandığı, yalnızca kriz üreten ve kamuoyunu boykota sevk eden ve seçimlere katılma konusunda isteksizleştiren başka sorunların olduğu da açıkça görülmektedir.

Siyasal sistem teorisyenleri “meşruiyet” kavramını, sandık meşruiyeti ve kazanım meşruiyeti olarak iki kategoriye ayırmaktadır. “Sandık meşruiyeti”nin siyasi aktörün iktidara gelmesinin önünü açtığı, ona seçim ve sandık yoluyla karar alma meşruiyetini kazandırdığı söylenebilir. İkincisi ise gücün ve etkinliğin devamının sağlanması olarak nitelendirilebilir. Çünkü kazanılmak istenen, kamuoyunun siyasi aktöre yeniden güvenmesidir. Bu, aktörün iktidarda kalabilmesi, kamusal sistem içerisinde yer almasının mümkün olabileceği konusunda kamuoyunu ikna etmenin yollarından biridir. Dolayısıyla sandık meşruiyeti geçici bir meşruiyettir, kazanım meşruiyeti ise bireyin ve siyasi grubun iktidarda kalmaya ve devam etmeye uygunluğunun ölçülebildiği stratejik bir meşruiyettir.

Meşruiyet, sistemin muhaliflere karşı dayandığı bir güç olması nedeniyle her siyasi yönetici için doğal bir kaygıdır. Muhalefet, iktidarla yüzleşmeyi, iktidarın meşruiyetini inkâr etmeye hatta sorgulamaya veya küçümsemeye dayandırabilir. Ne zaman ki herhangi bir karışıklık ortaya çıksa ve ülkede gösteriler, oturma eylemleri, istifa çağrıları, federal veya konfederal bölünme talepleri dile getirilse sistemin meşruiyeti olumsuz etkilenmektedir. Bu durumda vatandaşın itaati erozyona uğramakta hatta vatandaşlar, rejimi reddetme noktasına gelmekte ya da muhalefet iktidarı devralmaktadır. Aksine ülke, ekonomik, sosyal ve güvenlikle ilgili olarak istikrara kavuştuğunda, siyasi sistem de gerekli meşruiyete sahip olmakta ve bu da kalıcı olarak kalkınma ve istikrarın temellerini oluşturmaktadır.