İran Yol Ayrımında mı?

Yrd. Doç. Dr. Kürşad Turan, ORSAM Ortadoğu Danışmanı
İran’da geçtiğimiz yaz yapılan tartışmalı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından başlayan protestolar kısa sürede büyük şehirlere yayılmış ve bazı kaynaklar Ahmedinecad yönetiminin yanı sıra rejime de tehdit oluşturabilecek boyutlarda olduklarını öne sürmüştü. Haftalarca süren eylemler sonucunda beklenen olmadı ve protestolar aşamalı olarak azaldı ve etkilerini kaybetmeye başladı. Bu süreçte özellikle dini otoritelerin ağırlıklı olarak Ahmedinecad’ın yanında yer alması ve reform yanlılarının dışarıdan destek aldıkları yönündeki propaganda etkili oldu. Desteği daha çok büyük şehirlerle sınırlı kalan Mir Hüseyin Musavi liderliğindeki muhalefet daha muhafazakar grupları yanına çekmeyi başaramadı.   Katılım ve sıklık dereceleri azalmakla birlikte protestolar çoğunlukla uluslararası gündemden uzak bir şekilde devam etti. Özellikle İran muhalif hareketlerinde adet olduğu üzere şiddet olaylarında yakınlarını kaybedenlerin aileleri ve yakınlarının katılımıyla protesto gösterileri ve bunları takip eden tutuklamalar düzenli bir hale geldi. On gün öncesine kadar bu manzaraya bakarak düşük seviyeli muhalefetin devam ettiğini ve büyüme potansiyeli olmasına rağmen hükümetin güç kullanarak bunları kontrol altında tuttuğunu söyleyebilirdik.    Büyüme potansiyelinden kasıt çeşitli kesimlerde İslam Cumhuriyeti’nin Ayetullah Humeyni’nin ölümünden sonra büründüğü otoriter yapıya tepki ve İslam Devrimi’nin hedefleri arasında yer alan özgürlüklere bir türlü ulaşamamanın yarattığı hayal kırıklığıydı. Hükümet elindeki tüm imkanları kullanarak bu muhalif duyguları bastırmaya çalışmış ama muhalefetin taleplerine cevap vermekten büyük bir özenle kaçınmıştı. İran’da benzer tutumları takınan hükümetleri daha önce de görmüş ama hemen her seferinde bunların uzun vadede başarısız olduklarına tanık olmuştuk. Bunun son örneğinde de Şah’ın muhalif gruplara karşı davranışları farklı görüşlere sahip grupları bir araya getirmekten başka bir fayda sağlamamış ve İslam Devrimi ile Pehlevi Hanedanı son bulmuştu. Bugün gözlemlediğimiz süreci 1978-1979 İran’ı ile karşılaştırmak gerçekçi olmaz çünkü gördüğümüz kadarıyla protestoların hedefinde yer alan İslam Cumhuriyet’i değil şu anda iktidarı elinde bulunduranlar ve onların ellerindeki gücü kullanış biçimleridir.   Bu gibi durumlarda hükümetler genellikle güç kullanımı konusundaki tekellerinden faydalanarak kısa ve orta vadede düzeni korumayı başarabilirler ve olayların yeniden hız kazanması için ateşleyici nitelikte bir olayın meydana gelmesi gerekir. Geçmişte İran’da bu ateşleyici olaylar genellikle çok sayıda göstericinin hayatını kaybettiği protestolar ve bunlarda hayatlarını kaybedenleri anma törenleri olmuşken bu sefer gösterilere hız kazandıran olay protestoların yapıldığı meydanlardan uzakta ortaya çıktı. Ahmedinecad yönetimi de ağırlıklı olarak Devrim Muhafızları’nı kullanarak gösterileri belli bir seviyede tutmayı başarmışken Büyük Ayetullah Hüseyin Ali Muntazeri’nin hayatını kaybetmesi ateşleyici rol oynadı.   Büyük Ayetullah Hüseyin Ali Muntazeri seçim sonrası süreçte Mir Hüseyin Musavi’nin yanında yer alarak Ayetullah Humeyni’nin ölümünden beri dile getirdiği eleştirilerini yinelemiş ve İslam Cumhuriyeti’nin otoriter bir rejime dönüşerek başlangıçtaki amacından uzaklaştığı yönünde görüş bildirmişti. Bu destek dini otoritelerin de rejimle ilgili eleştirileri olduğunu ve birleşik bir cephe oluşturmadıklarını göstererek bir anlamda protestolara ek bir meşruiyet kazandırmıştı. Muntazeri’nin 20 Aralık’ta ölümü bir yandan muhalif hareketin en önemli destekçilerinden birini kaybetmesi anlamına gelirken diğer taraftan cenazesi ile yeniden alevlenen olaylar rejimin bir süredir büyük ölçüde kontrol altında tutmayı başardığı protestolara hız kazandırarak uluslararası gündeme yerleştirdi.   Muntazeri’nin cenazesini takip eden bir hafta içinde gördük ki Ahmedinecad yönetimi muhalefet ile başa çıkma konusunda yeni bir strateji oluşturma ihtiyacı hissetmeden protestolarla başa çıkmakta temel aracı olarak güce başvuruyor. Bunun doğal sonucu olarak olaylarla birlikte ölü, yaralı ve tutuklu sayısı artıyor. Sadece 28 Aralık 2009 tarihinde sekiz kişinin hayatını kaybettiği düşünüldüğünde olaylar seçim sonuçlarının açıklanmasından hemen sonraya göre daha şiddetli bir hal almış durumda. Son olarak muhalefetin liderlerinden Mir Hüseyin Musavi’nin yeğeninin de protestolarda hayatını kaybetmiş olması da bundan sonrası için fazla ümit vermiyor.   İran’ın son birkaç aylık deneyimleri daha önce yaşadığı benzer süreçleri hatırlatıyor. Gittikçe genişleyen bir muhalefet hareketi baskı yoluyla kontrol altına alınmaya çalışılıyor ve bu sürecin doğurduğu şiddet sarmalı protestoları sona erdirmek yerine daha fazla büyümelerine neden oluyor. Bu tanıdık sürece bir kere girdikten sonra ne gibi gelişmelerin doğacağını tahmin etmek için sadece geçmişe bakmak yeterli. Ahmedinecad da kendisinden öncekilerin yaptığı hataları tekrarlamaya başlamış gibi görünüyor. Bu özellikle 1979’da kendisinin de Devrim’de aktif bir rol oynadığı düşünüldüğünde ya yeni bir strateji üretmekte zorlandığından başarılı olma olasılığı düşük eski yöntemlere başvurduğunu veya muhalif hareketin önemli bir tehdit oluşturmadığını düşündüğünü gösteriyor. Hangisi doğru olursa olsun uygulanan baskının farklı muhalif gruplar üzerinde birleştirici bir etki yapacağını hesaplayamamak orta vadede Ahmedinecad’a pahalıya patlayabilir.   Bir kez daha vurgulamakta fayda var, bu süreç sonucunda İran’da köklü bir rejim değişikliği gerçekleşmesini beklemek şu aşamada hayalcilik olur ama muhalefetin istediklerinin en azından bir bölümünü elde etmesi ve bir reform sürecinin başlaması durumunda reformların ne kadar kontrol altında tutulabileceğini tahmin etmek için çok erken.