Mısır'da Muhtemel Rejim Değişikliği ve Nil Sularına Yansımaları

Dr. Seyfi Kılıç, ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı
Mısır’taki yönetimlerin geçmişten bugüne Nil nehriyle ilgili en temel kaygısı, kendi istekleri dışında bu nehrin sularının Mısır topraklarına girmeden önce engellenmesi ya da geciktirilmesidir. Bu nedenle de, kendisine göre yukarı kıyıdaş olan Sudan ve Etiyopya’daki politik gelişmelere karşı Mısır yönetimleri özellikle duyarlıdır.

Mısır’da son haftalarda yaşanan gelişmelerle Hüsnü Mübarek yönetiminin sona ermesinin büyük ölçüde kesinleşmesi, bununla birlikte ülkede yeni bir yönetim ya da rejim yapılanmasına gidilmesi ve Mübarek dönemi iç ve dış politika parametrelerinin değişmesi olasılığı, Nil havzasında eskiden beri gündemde olan su kaynaklarını geliştirme faaliyetlerinin  yeniden tetiklenmesine neden olabilir.

Bilindiği üzere, Mısır’da gerçekleşen halk ayaklanmasında iktidara karşı en ciddi muhalif duruş, her ne kadar olayların başlangıcında hazırlıksız yakalanmış olsa da, Müslüman Kardeşler örgütünden gelmektedir. 1928’den bu yana Mısır toplumunun içinde örgütlü olan Müslüman Kardeşler, bugüne kadar zaman zaman yoğun baskılara maruz kalmış olsa da rejime alternatif olabilecek tek örgütlü güç durumundadır.

Nasır iktidarının sonundan itibaren başlayan ve daha sonra başa geçen Enver Sedat ile devam eden Mısır’ın “dünya sistemi”ne entegrasyonu süreci, 1980’li yıllarda Hüsnü Mübarek döneminde tamamlanmıştır. Ancak Mısır’da son dönemde ortaya çıkan halk hareketi sonucunda oluşabilecek bir rejim değişikliği, bir Soğuk Savaş terimiyle bu ülkenin Batı bloğundan kopmasına bunun neticesinde de Nil havzasındaki su politikalarında ciddi bir değişime yol açma potansiyeli içermektedir. İsrail ile Camp David Barış Andlaşması’nı imzalayarak İsrail’e yönelik askeri bir tehdit olmaktan çıkan ve Süveyş kanalını uluslararası ticarete ve ABD’nin Basra körfezindeki askeri operasyonlarına açan Mısır yönetiminin önümüzdeki dönemde bir değişim geçirmesi, Nil suları üzerinde Mısır’ın yukarı kıyıdaş ülkelerin faydalanma faaliyetlerinin daha kolay destek bulacağı anlamına gelmektedir.

Bu şekilde bir çıkarımda bulunmamızı, Nil havzasının son yüzyıldaki tarihinde yaşananlar desteklemektedir. Nil havzasında gündeme gelen büyük boyutlu su projelerinin zamanlamaları ve bunlara verilen tepkiler dikkat çekicidir.

Nil nehri sularını kontrol etme çalışmaları, havzada İngiliz egemenliğinin sürdüğü yıllara kadar uzanır. İngiliz mühendisleri ilk olarak 1904 yılında, amacı Nil’in taşkın sularını, Mısır dışında toplamak olan “Yüzyıl Depolama Projesi”ni ortaya atmış ve daha sonraları bu proje geliştirilmiştir. Projenin gerçekleşmesi halinde akımın yüksek olduğu zamanlarda biriktirilecek olan su ile, kurak yıllarda bırakılarak tarımın etkilenmemesinin sağlanması amaçlanmıştır. Projede, Etiyopya’da, Mavi Nil’in kaynağı durumundaki Tana Gölü’nde ve Beyaz Nil’in kaynağı olan ve günümüzde Tanzanya, Kenya ve Uganda tarafından paylaşılan Victoria Gölü’nde barajların inşası öngörülmüştür. Beyaz Nil’in, Sudan sınırlarını aştıktan sonra girdiği ve büyük buharlaşma kayıplarına neden olan Sudd bataklıklarında da kaybedilen su miktarını azaltma amacıyla bir kanal inşası planlanmıştı. Ayrıca Sudan içinde de bir dizi barajın yapımı öngörülmüştü. Ancak bu plan, Mısırlı milliyetçiler tarafından tüm ana yapıların Mısır toprağı ve yönetimi dışında olması nedeniyle eleştirilmiştir. Mısırlı milliyetçiler, bu planı İngiltere’nin Mısır’ın bağımsızlığını kazanması durumunda Mısır’ı kontrol etmek için kullanabileceğini düşünmüşlerdir.

Mısır ve Etiyopya, daima farklı güçlerin etki alanları içinde olduğundan, Nil nehrinin akımının yüzde 85’inin kaynağı durumundaki Etiyopya ile Mısır arasındaki ilişkilerde, su konusu her zaman politik bir araç olarak kullanılmıştır.

1950’lerde Mısır’ın başında Arap milliyetçiliği ile Amerikan karşıtı politikalar izleyen ve Sovyetler Birliği’nden ekonomik ve askeri yardım alan Cemal Abdül Nasır, Etiyopya’da ise, Amerikan yardımı alan, Halie Selassie yönetimi işbaşında bulunmaktaydı. Birleşik Devletler Toprak Kazanma Bürosu’nun (US Bureau of Reclamation) yaptığı çalışmalar, Nasır’ın izlediği Amerikan ve İsrail karşıtı politikalara bir cevap olarak görülmektedir. 1958 ile 1963 yılları arasında ABD Toprak Kazanma Bürosu, Etiyopya’da Mavi Nil üzerinde, Mavi Nil planı adıyla bir fizibilite çalışması yürütmüştür. Bu çalışmada 33 baraj inşası ile Etiyopya’nın 5,4 ile 6,4 milyon metre küp arasında su tüketeceği hesaplanmıştır. Sadece Mavi Nil üzerinde yapılan bu çalışma sonucunda 430,000 hektarlık alanın tarıma açılabileceği hesaplanmıştır. Ancak küçük bir baraj dışında bu plan gerçekleşmemiştir. Çünkü Nasır’ın 1970 yılında ölümünden sonra Mısır yönetimine gelen Enver Sedat’ın ülkedeki Sovyet danışmanları çıkarmasından ve yardım için ABD’ye yönelmesinden sonra ABD’nin Etiyopya’daki su geliştirme faaliyetlerine olan ilgisi kaybolmuştur.

Enver Sedat’ın Amerikan politikalarına yakınlaştığı sıralarda, Etiyopya’da ordu, 1974 yılında bir darbe ile yönetime el koymuş ve İmparator Halie Selassie devrilmiştir. Bu aşamadan sonra Etiyopya, giderek Sovyet etki alanına girmeye başlamıştır. Bu defa da Sovyetler Birliği, Mısır’ı sıkıştırmak amacıyla Etiyopya’da Mavi Nil’in kaynağı olan Tana gölü üzerinde fizibilite çalışmaları yapmaya başlamışlardır. 1977 yılında, Mar Del Plata’da yapılan, Birleşmiş Miletler Su Konferansı’nda Etiyopya, Somali ile yürüttüğü Ogaden savaşında, Mısır’ın Somali’ye verdiği desteğe karşılık olarak, Mavi Nil üzerinde yaklaşık 4 kilometre küp su kullanarak sulu tarım yapacağını açıklamıştır. Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat bu açıklamaya sert bir cevap vererek, Etiyopya’nın herhangi bir şekilde suları saptırmak için inşa edeceği yapıları bombalayacağını ilan etmiştir. Yine aynı şekilde Sudan ile Etiyopya arasında 1991 imzalanan ve Nil sularının ortak kullanımı ile ilgili andlaşma, Mısır’ı oldukça endişelendirmiş ve askeri müdahale tehdidinde bulunmuştur.

Etiyopya’nın aynı zamanda küçük barajlardan oluşan bir sulama sistemi geliştirme planları bulunmaktadır. Etiyopya, her zaman kurak olan ve açlığın yaşandığı bir bölge olan Tigre bölgesinde, 500 adet mikro baraj inşası gerçekleştirmek istemektedir. Ancak bu barajlar bazı sorunlar taşımaktadır. İlk olarak bölgede oldukça fazla erozyon olması nedeniyle depolama hacmi az olan bu tip barajlar hızla dolarak kullanılamaz hale gelebilecektir. Ayrıca ortalama 200 hektar sulayacak şekilde planlanan bu barajlar, toplamda bir milyon hektar kadar bir alanı sulayacak ve eğer hektar başına yılda 5000 metre küp su kullanılırsa toplamda yıllık 5 kilometre küp su tüketilecek demektir. Bu durumda da Etiyopya, Mısır’ın sık sık dile getirdiği tehditlere maruz kalabilecektir.

Ancak, mikro baraj stratejisinin de Etiyopya açısından en az iki avantajlı yönü bulunmaktadır. İlk olarak bu boyuttaki barajlar, aşağı kıyıdaşların kullanımlarının zarar görmemesine çok önem veren uluslararası finans kuruluşlarının mali desteğini gerektirmeyen ve çoğunlukla yerel işgücü ve kaynaklarla inşa edilebilen tipteki barajlardır. İkinci avantaj ise, askeri açıdandır. Etiyopya’nın Nil nehri sularını azaltıcı faaliyetlere girişmesi durumunda, söz konusu yerleri bombalayacağı şeklindeki Mısır tehdidi, böyle bir durumda geçersiz kalacaktır. Çünkü hedeflerin bu kadar çok olduğu bir durumda Mısır’ın girişeceği, yoğun nüfuslu Etiyopya platosundaki işgal faaliyetinin, Mısır açısından nelere mal olacağını kestirmek oldukça zordur. Ayrıca, böyle bir faaliyet için Sudan’ın, topraklarını kullandırma konusunda ne kadar istekli olacağı da şimdiden kestirilemez.

Etiyopya’nın İsrail ile olan ilişkileri de, Mısır’ı kaygılandırmaktadır. İki ülke arasındaki ilişkiler 1960 yılına kadar gitmektedir. Bu yıllarda, Etiyopya hem Somali ile Ogaden bölgesi için savaşmakta, hem de Eritre’de çıkan isyan ile meşgul olmaktaydı. Bu durumda, Halie Selasie savaş malzemelerine ihtiyaç duyduğu kadar, kalkınma faaliyetleri için de destek aramaktaydı ve İsrail her ikisini de sağlayabilecek konumdaydı. İsrail ise Etiyopya’ya yerleşerek hem Bab-ül Mendeb boğazından geçen Arap ve Sovyet gemilerini izleyebilecek, hem de Mısır’ın stratejik olarak arkasına geçmiş olacaktı. İsrail ile Etiyopya’nın işbirliği İmparator Halie Selasie’nin 1974 yılında ordu tarafından bir darbe ile düşürülmesine kadar devam etmiştir. Ancak bu ilişki 1978 yılında Eritre’deki ayrılıkçı hareket nedeniyle yeniden başlamıştır. Bu tarihsel arka plan dikkate alındığında Mısır’da İsrail karşıtı bir yönetimin iktidara gelmesi durumunda İsrail doğrudan Etiyopya’daki su kaynaklarını geliştirme faaliyetlerine destek verecektir. İsrail’in bunu yapmak için gerek teknolojisi gerek mali kaynak sağlama olanağı bulunmaktadır.

Sonuç olarak, Mısır’da önümüzdeki dönemde ortaya çıkacak yeni yönetimin ABD ve İsrail’e dönük politikaları, bir yandan İsrail’den sonra en büyük ABD yardımını alan Mısır’a bu desteğin sürmesini, diğer yandan da hayat damarı olan Nil sularının neredeyse tümü üzerindeki mevcut kontrolünü zora sokabilecektir. Halihazırda 2010 Mayısı’nda Nil havzasının yukarı kıyıdaşları olan Ruanda, Etiyopya, Uganda ve Tanzanya tarafından imzalanmış bulunan ve Nil sularının paylaşımı içeren andlaşma ile Sudan’ın bölünme kararının alınmış olması, Nil suları üzerinde Mısır için yeterince baskı oluşturmuş durumdadır. Yukarı kıyıdaş ülkelerin, özellikle Nil sularının yüzde 85’ini sağlayan Mavi Nil’in kaynağı durumundaki Etiyopya’nın, artan nüfusunu beslemek ve döviz kazanmak için tarım ürünleri ihraç etmek zorunda olmaları, su kaynaklarından faydalanma faaliyetlerine girişmeleri için eskisine oranla daha güçlü siyasi nedenler sunmaktadır. Özetle, yeni Mısır yönetiminin anti-Amerikan ve anti-İsrail bir politika yürütmesi durumunda, yukarı kıyıdaş ülkeler Nil’den daha fazla faydalanma faaliyetleri için müttefik ve kaynak bulmakta zorlanmayacaklardır.