Tunus’taki Halk Ayaklanması

Ziya Abbas, Ortadoğu Araştırmacısı
Tunus’un Sidi Buzid velayetinde meydana gelen halk protestoları ilk kez yaşanmamaktadır. Kasım 1987’de iktidara geçen Başkan Zeynel Abidin Bin Ali’nin İktidarı boyunca Tunus’ta birçok benzer olaylar meydana gelmiştir. Ancak son üç sene içinde ülkenin özellikle iç kısımlarındaki halk protestolarında artış gözlenmiştir. Bu rahatsızların temel nedenleri geçim sıkıntıları, işsizlik, yolsuzluk gibi sorunlarla, iktidarın medya üzerindeki baskısı, temel hak ve özgürlükler üzerindeki kısıtlamalarıdır.     Ülkenin iç ve güney kesimlerinde üç sene içinde üç büyük kriz meydana gelmiştir. Ortak noktaları, Tunus’un söz konusu bölgelerinin devlet hizmetleri ile kalkınma projelerinden yeterince pay alamaması, halkın büyük ölçüde fakir olması ve işsizlik oranlarının yüksek olmasıydı. Özellikle yüksek öğrenim gören gençler içinde büyüyen işsizlik oranları daha önce Avrupa’ya işçi göçü ile bir nebze gideriliyordu. Ancak AB’nin son birkaç sene içinde uyguladığı politikalardan dolayı Tunuslu işçilerin AB ülkelerine gidişi büyük ölçüde azalmıştır. Bu da Tunus’ta giderek artan işsizlik oranlarına belirgin bir şekilde yansıyordu. Aslında sosyo-ekonomik boyut taşıyan bu protestolar planlı değildi ve herhangi bir siyasi amaç taşımıyordu. Fakat büyük halk ayaklanması yolunda birer aşama gibi görünen tüm bu protestolar her seferinde biraz daha artmış ve en etkili halini almıştır. 17 Aralık 2010’da başlayan protesto dalgası muhalefet ile sendikalar tarafından da desteklenerek siyasi boyut da kazanmış ve hükümet bu dalgaya bir ay dahi dayanamamıştır.   Tunus’ta ilk halk protestosu 2008 yılı başlarında meydana gelmiştir.  “Maden Ayaklanması” diye adlandırılan bu protestolar, Tunus’un güney batısında bulunan Kafsa vilayetine bağlı Radif Şehrinde başlamıştır. Protestolar maden havzasında bulunan diğer şehirlerle civar şehirlere da hızla yayılmıştır. Bir maden işletmecisinin işçi alma sınavları sırasında kayırmacılık yapıldığını düşünen halk, yürüyüşe geçmiştir. Fosfat madeninin zengin olduğu bölgede, yürüyüşler kısa sürede yolsuzluklara, artan işsizliğe ve kalkınma projelerinin dağılımındaki adaletsizliği hedef almıştır. Birkaç ay devam eden protestolar, gösteri, oturma eylemleri ve grevleri de beraberinde getirerek şiddetlenmiş, birçok şehirde güvenlik güçleri ile göstericiler arasında çatışmalar meydana gelmiştir. Çatışmalarda iki kişi hayatını kayıp etmiş, çok sayıda kişi yaralanmış ve onlarca kişi gözaltına alınmıştır. Merkezi hükümet, yerel yönetimler üzerinden krizin önüne geçmek istemişse de halkın öfkesini dindirmekte başarısız olmuştur. Bu arada Tunus hükümeti olaylarda şiddet kullandığını itiraf etmiş ancak benzer durumların tekrarlanmaması için herhangi bir önlem de almamıştır. Dolayısı ile protestolar belli bir süre inişe geçmiş olsa da daha sonra yeniden canlanmıştır.     “Tüccarlar Ayaklanması” olarak adlandırılan ikinci olay ise ülkenin güney doğusundaki Bin Kirden şehrinde 2010 Ağustos ayında meydana gelmiştir. Ayaklanma, Libya sınırlarında bulunan Bin Kirden’de yaşam kaynağı olan Libya ile ticarete getirilen kısıtlamalara karşı tepki olarak patlak vermiştir. İki ülke arasındaki ticaretin Libya’nın Trablus limanı ile Tunus’un Safakıs limanı arasında doğrudan yapılması yönünde bir değişiklik getiren anlaşma, Bin Kirden’de geçim kaynağı ticaret olan halkın durumuna büyük bir darbe indirmişti. Bu anlaşma, şehre açılan sınır kapısında taşımacılık ve hamallık yapan halk kesimini işlerinden etmekteydi. Libya’nın giriş-çıkışlarda araçların vergisini artırması, Libya ürünlerinin sadece ithalat-ihracat izni olan kişilerin yapabilmesi amacıyla yasalar çıkarması, Tunus tarafındaki gerginliği iyice artırmıştı. Böylece, Ras Cudeyir sınır kapısının kapatılma kararı uygulamaya geçirildiğinde halk gösterilere başlamış ve güvenlik güçleri ile halk arasında şiddetli çatışmalar çıkmıştır.   Bin Kirden olaylarından sadece üç ay sonra ülkenin ortasında bulunan Sidi Buzid’deki “İşsizler Ayaklanması” meydana gelmiştir. Söz konusu ayaklanma, 17 Aralık 2010’da seyyar manavlık yapan bir gencin, tezgâhının elinden alınmasının ardından yerel yöneticilerle görüşme isteğinin reddedilmesi ve bunun üzerine kendini yakmasıyla tetiklenmiştir. Kısa sürede gösteriler civar şehirlerine sıçrayarak protestolar kitlesel hal kazanmıştır. Halk yıllardır çektiği sıkıntıları protesto etmek için protestoları fırsat bilmiştir. Güvenlik güçlerinin şiddete başvurması göstericileri daha da öfkelendirmiş ve olaylara katılanların sayısında büyük artış yaşanmıştır. Çatışmalarda ülke genelinde yaklaşık 50 kişi hayatını kaybetmiştir. Başkent Tunus’a da sıçrayan gösteriler artık bir halk ayaklanmasına dönmüştür. Çatışmalar yüzünden ülke bir kaos içine sürüklenerek okullar kapatılmış, pek çok yerde yağmalamalar meydana gelmiş, birçok insan gözaltına alınmıştır. Hükümet, yeni kalkınma projeleri için vaatlerde bulunsa da halkın öfkesi dinmemiştir. Öfke tüm ülkeyi sarmıştır.   Sendikaların ile muhalefet gruplarının desteği halk kitlelerini iyiden iyiye cesaretlendirmiştir.   İşsizlik ile yaşam şartlarının ağırlığından yakınan halk Medinin, Kayravan, Safaks ve Sidi Buzid gibi birçok vilayette gösterilere başlamıştır. Gösterilere binlerce üniversite öğrencisi ile sendika üyesi katılmıştır. Gösterilerde üniversite mezunlarına iş fırsatları oluşturulması da talep edilmiş ve sık sık hükümetin ekonomi politikaları hedef alınmıştır. Bu arada, muhalefet ile sendikacılar ayaklanmayı sosyal boyutundan çıkartarak özgürlük, adalet talepleri eşliğinde hükümeti istifaya zorlayan bir kimliğe büründürmüşlerdir. Neticede hükümet böylesine büyük bir ayaklanmaya dayanamamış ve bir aydan kısa bir sürede çökmüştür.   Hükümetin Tutumu   Tunus hükümetinin tutumu daha önceki gösterilerde olduğu gibi şiddete başvurarak hareketi bastırmaya çalışmak yönünde olmuştur. Hükümet, protestoların başladığı şehirlere hemen askeri takviye göndermiş ve gösterilerin öncülüğünü yapan kişileri gözaltına almıştır. Örneğin Maden Ayaklanmasında maden havzasında aktif olan sendikacıları gözaltına almıştır.   İkinci aşamada hükümet gözaltındakileri mahkeme karşısına çıkarak vatana ihanet, bir suç örgütüne üye olma ve kamu mallarına zarar verme gibi suçlardan cezalandırmaktaydı.  Bununla birlikte hükümet, basına sansür uygulayarak yerel ve yabancı gazetecilerin gergin bölgelere ulaşmalarını engellemiş, kendisine yandaş medya organlarını kullanarak propaganda yapmıştır.     Son ayaklanmayı şiddet kullanarak bastıramayacağını gören hükümet Kalkınma ve Uluslararası Yardımlaşma Bakanı Muhammed El Nuri El Cuveyni’nin yaptığı açıklama ile ilk defa geri adım atmıştır. Gençlerin iş taleplerini haklı bulduğunu söyleyen bakan,  gösteriler sırasında şiddete başvurmalarını tasvip etmediğini dile getirmiştir. Yaşanılan krizi aşmanın yollarını birlikte aramak için tüm tarafları diyaloga çağırmış, ülkenin genel kalkınması için Hükümetin beş milyar dolarlık bir kalkınma planı olduğunu duyurmuştur. Ayrıca, Hükümetin ciddi olduğunu göstermek için Sidi Buzid Vilayetinde yeni iş imkânlarının açılmasını sağlamak üzere bir başkanlık kararı ile 15 milyon dolarlık kalkınma projelerinin ilk partisini ilan etmiştir. Hükümet bu esnada krizi yarıyıl eğitim tatili bitmeden sonlandırmak istemiştir. Zira okulların açılmamasının daha büyük krizler getireceğini düşünmüştür. Ancak hükümetin bu çabası da işe yaramamıştır. Kabıs ile Sıfaks gibi büyük sahil kentleri başta olmak ülkenin özellikle büyük şehirlerinde durum genel grevlere dönüşmüş ve kontrol hükümetin elinden çıkmıştır.   Devreye giren sendikalar ile muhalefet, olayları yatıştırmak için hükümete şu şartları ileri sürmüştür:   -Hükümetin görevinin sonlandırılması. -Erken seçime gitmek üzere geçici ulusal bir hükümetin kurulması ve seçimlerin Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılması. -Göstericilere ateş açan sorumluların yargılanması ile tutukluların acilen serbest bırakılması. -Başkanlık dâhil olmak üzere ülkenin siyasi geleceğini yeniden yapılandırmak üzere diyalog adı altında yeni bir siyasi sayfası açma.   Bu arada bazı muhalif gruplar sadece içişleri bakanının istifasını, tutukluların serbest bırakılmasını ve mağdurlara tazminat verilmesini talep etmiştir.   Hükümeti baskılara boyun eğmeye itmek isteyen muhalefet ayaklanmayı son gücü ile destekleme yoluna gitmiş ve büyük halk kitlelerini harekete geçirmeyi başarmıştır. Ayaklanmaya hazırlıksız yakalan hükümet, geri adım atmaya başlamıştır. Hükümetin bu adımlarını Tunus Halk Ayaklanması yolunda bir atılım olarak nitelendirmek mümkündür. Adımların ilki, başkan Zeynel Abidin Bin Ali’nin İçişleri Bakanı Refik Bilhac Kasım’ı görevden alması olmuştur. Yeni bakanla birlikte, gösterilerde tutuklananların tamamı serbest bırakılmıştır.     Başkan Bin Ali daha fazla taviz vermeyeceğini göstermek için göstericilere karşı şiddet kullanmayı uygun bulmadığını ifade eden Genel Kurmay Başkanı General Reşit Ammar’ı görevden almış, yerine Askeri İstihbarat Başkanı General Ahmet Şubir’i getirmiştir. Ancak bin Ali’nin bu hamleleri de işe yaramamıştır. Nitekim son günlerde ordunun hükümet kurumlarını korumakla yetinmesi ile göstericilerle çarpışmaktan kaçınması, halkı daha çok cesaretlendirmiştir. Bazı şehirlerde göstericiler tarafından zılgıtlarla karşılanan asker, Sidi Buzid’de göstericileri koruma altına alarak polislerin şiddet kullanmasına izin vermemiştir.  Bu da askerin içinde azımsanmayan bir kesimin halka karşı şiddet kullanılmayı uygun bulmadığını gösteriyordu.     Halkın öfkesini dindirebilmek için verdiği vaatlerin yetmeyeceğini gören Bin Ali, 13 Ocak’taki açıklamasında 2014 yılında yapılması planlanan başkanlık seçimlerinde aday olmayacağını söylemiştir. Ayrıca meclisi ve hükümeti feshettiğini ilan etmiştir. Ülkede olağanüstü hal ilan etmiştir.   Olağanüstü hal ilanının üzerinden 24 saat geçmeden başkan Bin Ali ailesi ile birlikte Libya’nın desteği ile Malta adasına kaçmıştır. Aynı saatlerde Tunus resmi televizyonu, anayasanın 56. bölümü gereği yeni başkanlık seçimleri yapılana kadar başbakan Muhammed El Gannuşi’nin geçici olarak yönetimi ele aldığını açıklanmıştır.   Anayasanın 56. bölümü “ Cumhurbaşkanı görevini yerine getiremez ise yetkilerini geçici olarak başbakan üstlenir”. Bu maddeye göre Cumhurbaşkanı görevini üstlenen El Gannuşi, Tunus resmi televizyonunda halka seslenmiştir: “ Şimdiden itibaren yetkilerimi Cumhurbaşkanı olarak üstlenmekteyim. Çok sevdiğimiz ülkemizin bu zor günleri atlatabilmesi ile tekrar güven ve istikrarına kavuşması için tüm kesimleri sağduyu ve milli birliğe davet ediyorum”. El Gannuşi, anayasaya bağlı kalmakla beraber kararların tüm kesimlerin temsilcileriyle beraber alınacağını  açıklamıştır.   El Gannuşi, kendisinin geçici başkanlığını kabul etmeyen kesimlerin sesi yükselince 14 Ocakta yönetimi Meclis başkanına devirmek zorunda kalmıştır. Ancak aynı gün Meclis Başkanı Fuat El Mubzi anayasanın 56. bölümü gereği yönetimi tekrar El Gannuşi’ye bırakmış ve anayasanın 57. maddesi gereği 6 ay içinde seçime gidileceğini açıklamıştır. El Gannuşi zaman kaybetmeden Geçici Ulusal Kurtuluş Hükümeti kurma yollarını müzakere etmek üzere 15 Ocak’ta sendika ve muhalefet temsilcileri ile yurt dışında bulunan muhalefet liderlerini ülkeye dönmeleri için davet etmiştir. Bin Ali’nin ise son olarak Malta’dan Suudi Arabistan’a geçip bu ülkeye resmen sığındığı bildirilmiştir.