Biden Dönemi Katar-ABD İlişkilerindeki İhtimaller: İhtiyatlı İyimserlik

3 Kasım’da gerçekleşen seçimlerin galibi Demokrat Aday Joe Biden’ın Donald Trump döneminden daha farklı bir iç-dış politika yönelimi benimseyeceğine ilişkin pek çok analiz yer almaktadır. Gerçekleştirdiği iç-dış politika girişimleri ile Amerikan tarihinin en ilginç başkanlarından olan ve son dakikaya kadar seçimlere itirazını sürdüren Donald Trump’ın, Ortadoğu ve özellikle Körfez bölgesindeki gelişmelere yönelik açıklamaları ve girişimleri pek çok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Bu çerçevede diğer meselelerin yanı sıra Biden’ın bu bölgedeki güncel ve kronik sorunlarla alakalı Trump yönetiminden farklı bir tutum sergileyip sergilemeyeceği ayrıca merak konusu olmaktadır. Bu bağlamda Trump dönemi Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Ortadoğu ve Körfez yönelimi nedeni ile güçlü meydan okumalar ile karşılaşan Körfez’in önemli başkentlerinden ve ABD’nin bölgedeki en büyük askerî üssüne ev sahipliği yapan Doha’nın da Biden yönetiminden olumlu anlamda politika değişimleri beklediği ifade edilebilir.

Trump Dönemi Doha-Washington İlişkileri: Gerilimli Ortaklık
Trump döneminde ABD yönetiminin Körfez ve genel Ortadoğu politikasında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ittifakının etkili olduğu söylenebilir. Bu çerçevede özellikle Trump’ın damadı ve aynı zamanda danışmanı olan Jared Kushner, BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed (MbZ) ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman (MbS) arasında güçlü bireysel ilişkilerin de bu ilişkilerin şekillenmesinde etkili olduğu görülmektedir. Trump’ın ilk yurt dışı ziyaretini 20 Mayıs’ta Suudi Arabistan’a yapması ve burada Suudi Arabistan-BAE ittifakının en önemli ortaklarından ve Mısır’da kısa süren demokratik tecrübeyi askerî darbe ile sonlandıran Abdülfettah el-Sisi ile görüşmesi Trump’ın görev süresince izlediği Ortadoğu-Körfez yöneliminin ilk işaretleriydi. Bu süreç sonrasında Trump yönetiminin Arap ayaklanmaları sürecinin getirdiği demokratikleşme girişimlerine karşı statükocu politikalar izleyen Suudi Arabistan-BAE ittifakına yönelik desteğini yoğunlaştırdığını ve bu çerçevede ayrıca İran karşıtı radikal tutumu savunduğunu hatırlatmak gerekir.

Trump yönetiminin radikal olduğu bir diğer nokta ise İsrail’in bölgedeki uluslararası hukukun temel prensiplerini ihlal eden eylemlerini kayıtsız şekilde desteklemesi olmuştur. Diğer bir ifade ile 4 yıllık süre içerisinde Trump yönetimi bir taraftan nükleer anlaşmadan çekilerek, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nu terör örgütü olarak tanıyarak, kapsamlı ekonomik yaptırımları hayata geçirerek ve İran’a bağlı Kudüs Güçleri Komutanı Kasım Süleymani’yi öldürerek  İran’ı askerî-siyasi olarak kuşatma; diğer taraftan da ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyıp burayı İsrail’in başkenti olarak tanıyarak işgal altındaki Golan Tepeleri’ni İsrail’in parçası kabul ederek ve “Yüzyılın Anlaşması” ile İsrail’in Filistin işgaline meşruiyet kazandırmaya çalışarak İsrail’in hukuksuz askerî-siyasi girişimlerini onaylama çerçevesinde radikal tutum sergilemiştir. Bu iki politikanın yürütülmesinde ise BAE-Suudi ittifakının işlevsel olduğu söylenebilir. İran’a yönelik özellikle Suudi Arabistan’ın girişimleri ve İsrail ile son dönemde başlatılan “normalleşme” girişimlerinde yine bu ittifakın ortaklarının ön plana çıkması ve süreci sahiplenmesi Trump dönemi politikalarının büyük oranda bu aktörlerce sahiplenildiğini göstermektedir.

BAE-Suudi Arabistan’ın özellikle veliaht prensler ve Kushner ilişkisinin de aracılığı ile Trump yönetiminde etkili olması bu aktörlerin başta Yemen meselesindeki ağır insan hakları meseleleri olmak üzere; Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi, Libya’daki girişimleri ve Katar’a yönelik başlatılan kapsamlı ambargo girişimleri gibi olaylarda güçlü eleştiriler ve olası yaptırımlar ile karşılaşmalarını engellemiştir. Her ne kadar ABD kamuoyu ve çeşitli kurumları özellikle Yemen ve Kaşıkçı meselelerinde Trump yönetimine güçlü eleştiriler yöneltmişse de ABD Başkanı Trump, bu aktörler ile gerçekleştirdiği silah alımı ve ekonomik ilişkilerin de etkisi ile BAE-Suudi Arabistan ittifakını karşısına almamıştır. Trump döneminde izlenilen söz konusu politikalardan olumsuz anlamda en fazla etkilenen ülkelerin başında Katar gelmiştir. Bizatihi bu ülkelerin Haziran 2017’de, Katar’a yönelik etkileri hâlen süren kapsamlı bir ambargo girişimi başlattıklarını ve bu girişimi önceleri Trump’ın yayınladığı mesajlar ile desteklediğini düşünürsek Trump döneminde Doha yönetiminin yeterince zor dönemler yaşadığını hatırlayabiliriz. Dolayısıyla radikal İran karşıtı ve İsrail yanlısı bölgesel tutumda BAE-Suudi Arabistan ittifakı ile ortak hareket etme konusunda olumsuz etkilenen ülkelerin başında Katar gelmiştir.

Katar’ın İran’a yönelik bölgesel-uluslararası izolasyon meselesinde Trump yönetimi politikalarını onaylamaması ve İsrail ile başlatılan ve diplomatik olarak Tel Aviv’i tanıma anlamına gelen “normalleşme” sürecine itiraz etmesi Trump yönetimi ve Doha arasındaki ilişkileri zorlayan konular olmuştur. Dahası, Suudi Arabistan-BAE ittifakının sadece İran değil özellikle BAE’nin etkisi ile Müslüman Kardeşler karşıtı politikaları neticesinde bu gruplara en güçlü desteği verdiği savunulan Katar’ı kapsamlı şekilde baskılama girişimlerine karşı Trump yönetiminin güçlü karşı duruş sergilemediği söylenebilir. 2017’deki krizin ardından Trump yönetiminin Katar’a yönelik erken dönemdeki karşıt söylemini yumuşatmasına ve Körfez krizinin çözümünde daha orta yolcu ve ara bulucu pozisyon izlemesine rağmen Doha-Washington arasındaki güvensizlik ortamı yeterince giderilememiştir. Tüm bu gerilimlere rağmen Doha yönetimi Afganistan’daki çatışma ortamının sonlandırılması ve bu ülkede istikrarın hâkim kılınması amacı ile 2019-2020 yıllarında Taliban liderliğindeki gruplar, Afgan hükûmeti ve Washington yönetimi arasındaki ara bulucu faaliyetlerini yoğunlaştırmış ve bu durum Trump yönetimindeki ABD-Katar arasındaki ilişkilere olumlu yansıyan en önemli nokta olmuştur. Ayrıca Trump döneminin erken döneminde yaşanan ve süren bazı gerilimlere rağmen iki ülke, 2019’da Katar Emiri Temim bin Hamed el-Sani’nin Washington ziyaretinden anlaşılacağı üzere ilişkilerdeki askerî-siyasi bağları güçlendirme girişimlerini sürdürmüştür.

Biden Dönemi: İhtiyatlı İyimserlik
Biden döneminde ABD’nin, Trump döneminde Katar’ı en fazla zorlayan radikal İsrail yanlısı ve İran karşıtı politikalarda ve BAE-Suudi Arabistan merkezli yöneliminde bazı değişimler yapması beklenmektedir. Biden seçilmeden önce dahi bu ihtimallerin ve Katar’a olumlu yansımalarının tartışıldığını düşündüğümüzde ABD’deki yönetim değişikliğinden Katar’ın fazlası ile memnun olduğu savunulabilir. Bu memnuniyet Körfez bölgesinden Biden’ı tebrik eden ilk ülkenin Katar olmasından da anlaşılabilir. Dolayısıyla Biden döneminde ABD’nin genel olarak Ortadoğu ve spesifik olarak Körfez bölgesine ve bu bölgelerdeki sorunlara ilişkin yaklaşımının Katar’ın hassasiyetlerine daha yakın olma ihtimali Doha’da önemli oranda kabul görmektedir.

Suudi Arabistan-BAE ittifakının yoğun insan hakları ihlallerine yol açtığı Yemen meselesinde ateşkes-diyalog girişimlerini savunan Biden yönetiminin bu çerçevede geçmişteki gibi burada statükocu aktörlerin eylemlerine sessiz kalmayacağı ve Katar gibi benzer politikaları onaylayan Körfez ülkeleri ile ortak girişimler gerçekleştirebileceği ifade edilebilir. Yemen meselesinin yanı sıra Kaşıkçı meselesinde ismi ön plana çıkan ve aslında Katar karşıtı bölgesel ittifakın ana figürlerinden olan Veliaht Prens MbS’nin Biden yönetimi süresince daha fazla baskı altına alınabilme ve dolayısıyla geri çekilme ihtimallerinden bahsedilebilir. Bu durum BAE Veliaht Prensi MbZ ile bölgesel politikaları oluşturma noktasında etkin olan Suudi Arabistan Veliaht Prensi MbS’nin Suudi Arabistan’daki hırslı ve saldırgan iktidar yürüyüşüne de etki edebilir. Bireysel ilişkilere de yansıyan söz konusu ittifak ilişkilerinin yansıdığı diğer kriz alanı ve Biden yönetiminin daha farklı tutum sergilemesi beklenen diğer gelişme ise Körfez krizidir. Son dönemde BAE’nin aksine Suudi Arabistan tarafından bu krizin çözümüne yönelik atılan olumlu adımlar, Suudi Arabistan ve özellikle Veliaht Prens MbS’nin Biden yönetimindeki muhtemel değişimleri hesapladığını göstermektedir.

Biden yönetiminin İran ile ilişkilerde daha az çatışmacı, diyaloğa önem veren ve bölgesel-uluslararası müttefikler ile hareket etmeyi önceleyen yaklaşımının da hâlihazırda İran ile belirli oranda ekonomik-siyasi bağları olan Doha yönetimi tarafından desteklenebileceği ve ikili ilişkilerdeki diğer ortak tutuma işaret edebileceği ifade edilebilir. Geçmişte Doha yönetiminin Washington-İran arasındaki sorunların çözümünde ara bulucu rolü önerdiğini düşündüğümüzde bu tür tutumların Biden yönetimince olumlu karşılanması muhtemeldir. İsrail ile “normalleşme” sürecinin Trump yönetimi kadar radikal savunucusu olmaması beklenilen Biden yönetiminin, Hamas ile güçlü ilişkileri bulunan ve diplomatik tanınma öncesinde 1967 sınırları bağlamında iki devletli çözümün gerçekleşmesini savunan Doha’nın üzerindeki mevcut baskıyı hafifletmesi muhtemeldir.

Sonuç olarak Trump yönetiminde Katar-ABD ortaklığında önemli gerilimler tecrübe eden iki ülkenin Biden döneminde olumlu bir dönemini yaşaması güçlü ihtimal olarak karşımızda durmaktadır. Diğer taraftan BAE-Suudi Arabistan ile İsrail arasında hâlihazırda süregiden güçlü ilişkileri ve bu aktörlerin Washington’daki etkili lobilerini dikkate aldığımızda Katar’ın da Biden döneminden beklentilerini sınırlı tutmasının daha rasyonel olduğu ifade edilebilir.