ABD’nin Afganistan’daki Başarısı(zlığı?)

Sercan Doğan, ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı
ABD’nin bir yıldır uygulamakta olduğu Afganistan stratejisinin genel bir değerlendirmesi bir süredir beklenmekteydi. Başkan Obama’nın konuşmasından önce 16 Aralık 2010 tarihinde Beyaz Saray’dan yayınlanan bir rapor,  ABD’nin benimsediği yeni Afganistan stratejisinin bir yıllık performansının değerlendirilmesini içermektedir.  Raporun önemini ve niteliğini kavramak bakımından birkaç noktanın belirtilmesi gerekmektedir. Öncelikle Obama Yönetimi’nin Kasım ayındaki Kongre seçimlerinden sonra iç politikada elinin zayıflamış olduğu yorumları yapılmaktadır. Aynı zamanda 2012’de Obama’nın birinci başkanlık dönemi sona erecek ve seçimler yapılacaktır. İç politik kaygıların belirleyici olduğu bu bağlamda Afganistan’da yürütülen savaş ABD kamuoyunda popülaritesini kaybetmiş ve gereğinden fazla uzamış bir macera olarak nitelendirilmektedir. Bu noktalardan hareketle mevcut yıllık değerlendirmenin iç kamuoyunun tüketimine sunulacak bir ürün olduğu söylenebilir.    Beyaz Saray’ın yayınladığı raporun içeriği yukarıdaki iddiaya zemin hazırlayacak niteliktedir. Raporda ABD’nin Taliban ve El Kaide’ye karşı başarı göstermeye başladığı ve Temmuz 2011’de çekilme sürecine girişilebileceği ifade edilmektedir. Rapor, Obama’nın Aralık 2009’da açıkladığı “El Kaide’yi dağıtmak, parçalamak ve yenilgiye uğratmak” hedefleri doğrultusunda ilerleme kaydedildiğini belirtmektedir. Bu bağlamda Helmand ve Kandahar’daki NATO operasyonları, çok sayıda El Kaide ve Taliban liderinin öldürülmüş olması ve bu yolla Taliban’ın hızının kesilmiş olması önemli başarı ve ilerleme göstergeleri olarak kaydedilmiştir. Aynı zamanda 2010’da ABD ve Pakistan’ın yürüttüğü “Stratejik Diyalog”un, belirtilen ana strateji kapsamında önemli bir yer tuttuğu görüşü savunulmaktadır. Rapora göre bütün bu gelişmeler 2014’e kadar sürecek olan çekilme ve sorumluluğu Afgan Güvenlik Güçlerine devretme sürecini, Temmuz 2011’de başlatmak için müsaittir.    Rapor ABD’nin Taliban’a karşı kırılgan ve geri çevrilebilir olsa da birtakım ilerlemeler kaydettiği belirtilmektedir. Her ne kadar taktiksel anlamda başarılar elde edilmiş olsa da ülkede yaşanan birtakım gelişmeler Afganistan’da durumun değişmemesine sebep olabilir. Bu bağlamda en önemli sorun mevcut hükümetin içinde bulunduğu durumdur. Meşruiyete sahip bir mekanizmadan ziyade bir suç şebekesi olarak nitelendirmenin daha uygun olacağı Karzai hükümeti, mevcut durumuyla, Afganistan’da istikrar ve güvenliğe yönelik kazanımların altını oymaktadır. Öte yandan Taliban’ın yenilgiye uğratılarak merkezi hükümetin güçlendirilmesi varsayımını da gözden geçirmek gerekmektedir. Bu bağlamda, Taliban’ın gücünün kırılmasının direkt bir şekilde istikrar getirebileceği varsayımı merkezi hükümeti tek parçalı veya en azından iç tutarlılığı bulunan bir yapı olarak değerlendirmek anlamına gelmektedir. Oysa Afganistan’daki merkezi hükümet, özellikle uluslararası yardımların rantlarının çok çeşitli fraksiyonlar arası dağıtıldığı bir mekanizma olarak varlığını sürdürmektedir. Sovyet işgali sonrasında Afganistan’da savaş lordları arasında görülen çatışma durumunun bugün aynı şekilde cereyan etmemesi, hükümette mevki sahibi olan İsmail Han, General Fehim v.b. gibi savaş lordlarının bugün gerek dış yardımların gerekse de kaçakçılık rantının paylaştırılmasında işler bir mekanizma vücuda getirmeleridir. Dolayısıyla Taliban’ın zayıflatılarak sisteme dahil edilmesi, ülkede istikrarın sağlanması ve uluslararası kuvvetlerin çekilmesi durumunda, aralarında siyasi anlamda herhangi bir birlik olmayan savaş lordlarının 1990’lardaki gibi bir iç mücadeleye girişmeleri çok da uzak bir ihtimal değildir. Bu tür bir senaryoda El Kaide ve ona yakın terörist grupların kendilerine rahat ortam bulmaları işten bile değildir.    Raporda ABD’nin El Kaide liderlerini öldürmeye devam ettiği ve El Kaide’nin bu bölgede barınıp, terörist eylemler planlama kapasitesinin azaldığı ifade edilmektedir. Son zamanlarda El Kaide ile ilgili gelişmelere bakıldığında Afganistan-Pakistan sınırında bir yerlerde bulunan El Kaide liderliğinin değil de Arap Yarımadası’ndaki El Kaide’nin önem kazandığını ve etkinliğini artırdığını görmekteyiz. Gerek bombalama girişimleri gerekse de internet üzerinden propaganda faaliyetleri konusunda Arap Yarımadası El Kaidesi’nin (AYEK) Üsame bin Ladin ve Eymen el Zevahiri’nin oluşturduğu merkez kadroyu geride bıraktığı yorumları yapılmaktadır. Bu değerlendirmeler ışığında bugün El Kaide tehdidinin en ciddi olarak yayıldığı nokta, Pakistan-Afganistan gibi karaya sıkışmış bir bölge olmayan, denizlere açık, Ortadoğu, Afrika ve Güney Asya yolları üzerinde olan Yemen’dir.  Öte yandan, El Kaide ve Taliban liderlerinin öldürülmesi ile terörizm tehdidinin ortadan kaldırılacağı iddiası da çok tartışma götürecek bir iddiadır. Terörizmin geldiği noktada, özellikle El Kaide’nin 2001 sonrası yapılanmasıyla birlikte, terörle mücadele artık “yılanın başını ezmek” ile alakalı değildir. Bugün itibariyle Üsame bin Ladin’in sağ olup olmadığı kuşkuludur, ancak bunun El Kaide tehdidinin düzeyiyle bir alakasının olmadığı değerlendirilmektedir. Dolayısıyla, insansız hava araçları ile üst düzey terörist liderlere düzenlenen suikastların terörle mücadelede retorikten öte nasıl bir fayda sağladığı belirsizdir.    ABD açısından Afganistan-Pakistan diye adlandırılan bölgedeki meselenin ABD iç politikasını ilgilendiren boyutu, jeopolitik ve terörle mücadele boyutlarını aşmıştır. Afganistan, Cumhuriyetçi muhalefet açısından Obama’yı “dövecekleri” bir başka sopa olurken, Obama açısından da bir performans meselesi halini almıştır. Bu durumun bölgeye yansıması ise bölge güvenliği açısından önemli bir risk taşımaktadır. İç politik kaygıların Obama’yı Afganistan’daki yüzeysel başarılar ve kozmetik ilerlemelerle tatmin olma noktasına getirmesinin hem Afganistan hem de Pakistan açısından istikrarsızlaştırıcı etkilere sebep olması muhtemeldir.