Usame Bin Ladin’in Yakalanmasının Ardından Pakistan

Sercan DOĞAN ORSAM Uzman Yardımcısı, Ortadoğu
El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in Pakistan toprakları içerisinde öldürülmesi geçtiğimiz hafta yoğun bir şekilde tartışıldı ve değerlendirildi. Mevcut tartışmalarda Pakistan ile ilgili olarak öne çıkan hususlar operasyonun Amerika Birleşik Devletleri tarafından Pakistan topraklarında icra edilmesi ve Pakistan’ın Usame Bin Ladin’in Abbottabad’da bulunduğundan haberi olmadığını iddia etmesiydi. Bu süreçte Pakistan’ın Bin Ladin’in yerini başından bu yana bildiğine yönelik suçlama ve eleştiriler yoğunlaşmış ve Pakistan’ın militan ve terörist örgütlerle geliştirdiği ilişkiler tekrar mercek altına alınmıştır. Bu yazıda Pakistan’ın militan gruplarla ilişkilerinin tarihsel arka planı ele alınacak ve mevcut durumun Pakistan’ın Güney Asya’daki konumuna etkisi tartışılacaktır.

Pakistan kuruluşundan bu yana kendisini Hindistan ile sıkı bir rekabet içerisinde bulmuştur. Bilindiği gibi Pakistan ve Hindistan, İngiliz sömürge yönetiminin çekilmesinden sonra Hindu ve Müslüman esasları üzerine kurulmuş iki devlettir. Hindu ve Müslümanların siyasi örgütlerinin sömürgeciliğe karşı mücadelede sergiledikleri ortak tavırdan bağımsızlık sonrası ciddi bir düşmanlığa evrilmelerinde belki de en önemli neden Keşmir sorunudur. Her iki devletin Keşmir üzerinde hak iddialarının tartışmasına girmek bu yazının kapsamı dışında kalmaktadır. Dolayısıyla bu hususta, yazının mevcut çerçevesi dahilinde, Keşmir üzerinden Pakistan’ın Hindistan ile giriştiği rekabetin, Pakistan’ın güvenlik ve tehdit anlayışları üzerinde belirleyici nitelikte bir etkisi olduğunu söylemek mümkündür. Bu rekabette Pakistan, gerek ekonomik gerekse de askeri güç bakımından görece zayıf bir konumda bulunmaktadır. 1947, 1965, 1971 ve en son 1999’da iki ülke Keşmir üzerine savaşmış ve bu savaşlarda Pakistan’ın görece zayıflığı kendisini zor durumlara düşürmüştür. Askeri boyuttaki bu dengesizliği telafi etmek ve Hindistan’ın nükleer kapasitesini dengelemek amacıyla Pakistan da bir nükleer program başlatmış ve kırılgan ekonomisini daha da zorlayarak nükleer kapasite sahibi olmuştur. Pakistan, konvansiyonel askeri güç alanındaki zayıflığını, aynı zamanda, Keşmirli militan gruplar ve paramiliter örgütler vasıtasıyla bir vekaleten savaş (Proxy war) yürüterek de telafi etmeye çalışmıştır. Bu husus, 1947’deki savaşta Pakistan’ın Peştun aşiretlerini Keşmir üzerine sürmesine kadar geri götürülebilir. Ancak, Pakistan’da bu politika tercihinin kapsamlı olarak uygulanması 1980’lerde Afganistan’da Sovyet işgaline karşı direniş örgütlenmesi sürecine denk gelmektedir.

Pakistan’da devlet mekanizmasının militan grupları Keşmir’e yönelik davasında himaye etmesi ilerleyen yıllarda kendisi açısından büyük bir sorun teşkil etmiştir. Taliban kontrolündeki Afganistan’da yerleşmiş olan el Kaide örgütünün 11 Eylül 2001’de ABD’ye karşı gerçekleştirdiği terörist saldırı, bu tür örgütleri uluslararası bir kovuşturmanın hedefine yerleştirirken, bu tür örgütleri destekleyip himaye eden ülkeler de özellikle ABD tarafından “şer ekseni, haydut devletler” gibi tanımlamalarla kategorize edilmiştir. Bu süreçte Pakistan, 2001’de Koalisyon güçlerinin Afganistan işgaline destek vererek, terörle mücadelede ABD’nin yanında olduğunu ilan etmiş ve terörle mücadelede bir “cephe ülkesi” olarak tanımlanmıştır. Pakistan’ın bu tür bir dış politik tercihine rağmen, Afganistan ile olan sınırını kontrol edemeyip Taliban ve el Kaide liderlerinin Afganistan’dan kaçmasına sebep olması bu dönemde kendisini eleştiri oklarının hedefine yerleştirmiştir. Afganistan’da Taliban yönetimi devrildikten sonra, lider kadroların ve militanların Pakistan’ın Peştun aşiretlerinin yaşadığı sınır vilayetlerine veya Peşaver ve Kuetta gibi kalabalık kentlere sığınıp saklandığı, Pakistan devletinin ise bu konuda aktif bir tavır göstermediği iddia edilmiştir.

Bu hususta genel kabul edilen bir değerlendirme, Pakistan devlet mekanizması içerisinde halen militan grupların kullanılması ve himaye edilmesinin Pakistan’ın güvenlikle ilgili çıkarlarına hizmet edeceği yaklaşımının hakim olması olmuştur. Buna göre, militan gruplara destek verilmesi, Pakistan’ın Afganistan’da 2001’den sonra artan Hint nüfuzunu dengelemesini ve Keşmir sorununda Hindistan’a karşı kullanabilmesi açısından faydalı olacaktır. Bu tür bir değerlendirmenin geçerlilik kazanması 2001’den bu yana geçen süreçte Taliban ve el Kaide’ye karşı bitirici bir darbe indirilememesinde Pakistan’ın da bir payı olduğunu düşündürtmüştür. Gelinen nokta itibariyle, Usame Bin Ladin’in başkent İslamabat’tan 150 km kadar kuzeyde Abbottabad’da öldürülmesi Pakistan’ı bir kez daha suçlama ve eleştiriye maruz bırakmıştır. Suçlamaların yanı sıra, Pakistan’ın egemenliğinin ihlali anlamına gelebilecek bir şekilde bu tür bir operasyonun icra edilmesi Pakistan’ın prestiji açısından memnuniyet verici bir durum olmamıştır. Zira ABD’nin operasyonu bu noktada Pakistanlı yetkililerin haberi olsun olmasın dışarıya ciddi bir zayıflık imajı yansıtmıştır. Göz önünde bulundurulmalıdır ki bu operasyondan sonra Pakistan, kendi nükleer kapasitesine yönelik bir komando operasyonu ihtimalini daha fazla ciddiye alacak ve hazırlıklarını ona göre değerlendirecektir. Bu noktada Pakistan Genelkurmay Başkanı Aşfak Pervez Kayani, bu tür bir operasyonun tekrarlanması halinde ABD ile tüm askeri ve istihbari işbirliğinin yeniden gözden geçirileceğini ifade etmiştir. Böylesi bir durum ABD açısından gerek Afganistan’daki istikrar çabalarının, gerekse de terörle mücadele girişimlerinin bir darbe alması anlamına geleceğinden ABD’nin eleştiri ve şikayette bulunurken bir yandan da işbirliğinin devamını vurgulayan bir yaklaşım gösterdiğini tespit ediyoruz. Zira ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Thomas Donilon, Pakistan’a yapılan yardımların kesilmesinin terörle mücadele açısından sıkıntı doğuracağını ifade etmiştir. Elbette ki terörle mücadelenin yanı sıra Pakistan’ın Çin ile yakın işbirliği de ABD’nin göz önünde bulundurduğu faktörlerdendir. Çin’in Pakistan’da inşa ettiği Guadar limanı vasıtasıyla Basra Körfezi çıkışında stratejik bir konum elde etmesi, mevcut ABD-Pakistan işbirliğinin terörle mücadele ve Güney Asya’da istikrar kaygılarının daha ötesinde birtakım önceliklere göre de şekillendirildiğini göstermektedir. Durum ABD açısından böyle olmakla birlikte Pakistan için de hassas bir durum söz konusudur. 2008’den itibaren siyasi bir yeniden yapılanma içerisindeki Pakistan’da mevcut hükümet ABD ile yakın ilişkiler geliştirmesinin hem faydasını hem zararını görmektedir. ABD ile yakın ilişkiler Pakistan kamuoyunun tepkisine yol açsa da ABD’nin askeri ve ekonomik yardımı Pakistan açısından önemli bir yer tutmaktadır. Önümüzdeki dönemde, özellikle Güney Asya’da ABD ve Pakistan’ın sürdüreceği ilişki biçiminin uluslararası güvenlik açısından daha geniş bir perspektiften bir anlam ifade edeceği değerlendirilmektedir.