Zerdari’nin Ziyareti Bağlamında Türkiye-Pakistan İlişkilerinde Risk ve Fırsatlar

Sercan Doğan, ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı
Pakistan'ın Ankara Büyükelçiliği'nden yapılan bir açıklama ile, Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari'nin, 11-14 Nisan günleri arasında resmi ziyaretle Türkiye'ye geleceği bildirilmiştir. Ziyaret kapsamında konuk Cumhurbaşkanı’nın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin ile görüşeceği açıklanmıştır. Dört gün sürecek bu resmi ziyaretin ikili ilişkilerdeki yakınlaşmaya hız katması beklenmektedir. Pakistan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tehmina Janjua söz konusu ziyarette ikili ilişkiler ve ekonomi ve ticaret alanlarındaki işbirliğinin yanı sıra Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Basra Körfezi’ndeki gelişmelerin de ele alınacağını ifade etmiştir.[1]

Ziyaretten Beklenenler

2008’den bu yana iki ülkenin kardeşlik ve dostluk söylemlerini somut işbirliği ile taçlandırdıkları ikili ilişkiler gelinen nokta itibariyle devlet başkanları ve başbakanların sıklıkla yaptıkları karşılıklı ziyaretler ile somut pek çok kazanım elde etmiştir. Başbakan Erdoğan’ın 24-26 Ekim 2009 tarihlerinde Pakistan’a yaptığı ziyaret sırasında kurulan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (YDİK) ilişkilerin yoğunlaştırılmasına hizmet etmektedir. Söz konusu ziyarette YDİK’nin güçlendirilmesine yönelik düzenlemeler üzerinde anlaşmaya varılması beklenmektedir. Öte yandan Türkiye ile Pakistan’ın Ekonomik İşbirliği Teşkilatı kapsamında ulaşım ve lojistiğe dair atılan adımların desteklenmesi konusunda detaylı görüşmelerde bulunması da beklentiler arasındadır. Bu bağlamda EİT bünyesindeki ülkeler arasında ticari altyapının geliştirilmesi bakımından çeşitli projeler gündeme gelmiş ve uygulamaya konulmuştur. İstanbul-Tahran-İslamabat demiryolu hattı bu çerçevede önemli bir örnek teşkil etmektedir. Aynı zamanda tarım, altyapı, iletişim ve enerji konularında da gündeme alınan işbirliği başlıklarının detaylandırılması söz konusu olabilecektir.

Pakistan’ın Ortadoğu’daki Gelişmelere Yaklaşımı

Pakistan Dışişleri Sözcüsü Janjua’nın açıklamasında dikkat çeken bir konu görüşmede yılbaşından bu yana Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Basra Körfezi’ndeki gelişmelerin ele alınacak olmasıdır. Bu bağlamda ilk akla gelen husus Ortadoğu’daki rejim karşıtı hareketlerin Pakistan’a sıçraması ihtimali olmaktadır. Bu ihtimal ne derece gerçekçidir elbette tartışma konusudur; ancak bu tür bir riskin Pakistan siyasi elitini kaygılandırması gayet muhtemeldir. Zira son aylarda birden fazla ülkede yaşanan gelişmeler ihtiyatlı yorumlara yer bırakmamıştır. Aynı zamanda Pakistan’ın da yönetim ve ekonomi bakımından ciddi sorunlar yaşadığı da bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Ekonomik istikrar açısından sorunlar yaşayan Pakistan bir IMF paketi uygulamaktadır, ancak önümüzdeki dönemde hiperenflasyon riski gündemdedir. Öte yandan UNDP’nin İnsani Kalkınma Endeksi’inde Pakistan 125. sırada, Mısır’ın dahi altındadır. Ayrıca Pakistan’da nüfusun p’i oranındaki genç nüfus ciddi bir risk potansiyeli oluşturmaktadır.[2] Pakistan, siyasi rejim açısından Ortadoğu ülkelerinden farklılık göstermektedir. Pakistan’da üç yıl kadar önce Pervez Müşerref’in otoriter yönetiminden sivil, demokratik bir sisteme geçilmiştir. Gene de geçen süre içerisinde koalisyon hükümetlerinin sorunları ve partiler arası sert mücadeleler yüzünden Pakistan siyasi anlamda istikrarsız bir dönem yaşamıştır. Mevcut hükümetin ABD’ye yakınlığı da kamuoyunu rahatsız eden bir durum olarak göze çarpmaktadır. ABD’nin, Pakistan’ın Afganistan sınırındaki aşiret bölgelerinde uluslararası hukuka aykırı olarak gerçekleştirdiği hava operasyonları Pakistan kamuoyunu rahatsız eder niteliğe çoktan ulaşmıştır. Bunun üzerine, geçen aylarda Lahor’da iki Pakistan vatandaşını öldüren ABD diplomatı Raymond Davis’in ABD’nin baskısı üzerine serbest bırakılması kamuoyunda infial uyandıran bir gelişme olmuştur. Bütün bu noktalar göz önünde bulundurulduğunda Pakistan’da Ortadoğu’dakilere benzer gelişmelerin yaşanması riski ciddi bir konu olarak gündeme gelmektedir.

Pakistan açısından Ortadoğu’daki son gelişmelerle ilgili bir başka husus ise Basra Körfezi’ndeki hassaslaşan durumdur. Bahreyn’de yaşanan rejim protestoları sonrası Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından ülkede konuşlandırılan “Yarımada Kalkanı” kuvvetleri Basra Körfezi’ndeki güç dengesi açısından çok önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Bu gelişmeyi takiben Körfez’de İran ve Arap devletleri arasında karşılıklı sert açıklamalar ortamı bir hayli germiştir. Pakistan. Şii ve Sünni İslam arasında bir mücadele olarak sıklıkla ifade edilen ancak klasik anlamda jeopolitik ve reelpolitik bir mücadele olduğu gerçeği göz ardı edilemeyecek olan İran-Suudi Arabistan kutuplaşması Pakistan’ın dış politikası açısından önemli bir husus olarak öne çıkmaktadır. Bu bağlamda Pakistan’ın İran’a yaklaşımında üç husustan bahsetmek gerekmektedir. Birincisi İran’ın, Pakistan’ın gerilimli ilişkiler yaşadığı Hindistan ile geliştirdiği ilişkilerdir. İkincisi ise İran’ın Afganistan’da merkezi hükümet ve çeşitli politik gruplarla bağlantısıdır. Bu çerçevede Pakistan’ın tavrını belirleyen algı, rakibi hatta zaman zaman düşmanı olan Hindistan’ın kendisini doğu ve batıdan kuşattığı algısıdır. Üçüncü ve çok önemli bir husus ise İran’ın nükleer programıdır. Pakistan’ın İran’ın nükleer kapasite elde etmesini kendi çıkarları ve güvenliği açısından ihtiyatlı ve kuşkulu olarak değerlendirmesi söz konusudur. Bu hususlardan ötürü, her ne kadar Ekonomik İşbirliği Teşkilatı bünyesinde işbirliği içerisinde olsalar da, İran ve Pakistan arasında hassas bir güven eksikliği durumu olduğunu ifade etmek çok da yanlış olmayacaktır. Bunun yanı sıra Pakistan ve Suudi Arabistan arasında yakın ilişkiler mevcuttur. Öncesinde de yakın ilişkiler söz konusu olmak üzere, özellikle 1980’lerde Afganistan’da Sovyet işgaline karşı direnişin iki ülke istihbarat örgütleri tarafından desteklenmesinden bu yana Suudi Arabistan ve Pakistan stratejik anlamda yorumlanabilecek bir ilişki biçimi geliştirme sürecindedir. Bu hususta 1998’de Pakistan nükleer denemelerden ötürü yaptırımlarla karşı karşıya gelme riskini değerlendirirken, Suudi Arabistan Pakistan’a günlük 50.000 varil petrolü yaptırımların etkisini azaltmak üzere, karşılıksız olarak vermeyi teklif etmiştir. Bunun yanı sıra Pakistan’ın Suudi Arabistan’a askeri uzman yardımı da söz konusu olmuştur. Stratejik ve askeri ilişkiler bakımından en önemli konu ise Pakistan’ın Suudi Arabistan’a sağladığı nükleer korumadır. Bu hususta 2003 yılında iki ülkenin gizli bir anlaşma imzaladıkları ve bu anlaşma kapsamında üçüncü bir ülkeden gelecek nükleer tehdit karşısında Suudi Arabistan’ın Pakistan tarafından korunacağı iddia edilmektedir.[3] Bunun yanı sıra Körfez ülkelerinde önemli bir sayıda Pakistan vatandaşı işçi olarak bulunmaktadır. Körfez’deki karışıklığın bu ülkelerden Pakistan’a akan işçi dövizlerinde bir aksamaya yol açması da değerlendirilmesi gereken bir risk olarak Pakistan hükümetinin karşısında bulunmaktadır. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, son zamanlarda Pakistan’ın iç karışıklıklarda destek olmak üzere Suudi Arabistan’a asker gönderecek olmasına yönelik söylentiler bir ölçüde anlam kazanmaktadır. Bu türden bir gelişmenin ise Körfez’deki mevcut denge açısından olumsuz etkilere yol açacağı ve Pakistan’ın Körfez’deki jeopolitik çatışmaya daha yakından dahil olmasını beraberinde getireceğini söylemek mümkündür.[4]

Sonuç Yerine: Türkiye Açısından Değerlendirmeler

Konuk Cumhurbaşkanı Zerdari’nin ziyaretinde Ortadoğu’daki gelişmelerin görüşülecek olmasının, Türkiye ile Pakistan arasındaki ilişkilerin kardeşlik söylemleri ve ekonomik işbirliği boyutlarından stratejik işbirliği boyutlarına ilerletilmesine yönelik bir girişimin işaret fişekleri olması ihtimalini ihtiyatlı bir şekilde düşünmek gerekmektedir. Pakistan’ın Basra Körfezi’nde İran ile ilgili olarak alabileceği riskleri Türkiye’yi devreye sokarak dengelemeye çalışması imkan dahilinde değerlendirilmelidir. Türkiye’nin bu bağlamda devreye girmesi, hiç de istemediği bir şekilde bir bölgesel kutuplaşmanın ortasında kalmasına yol açabilecektir. Türkiye’nin gerek EİT bünyesinde, gerekse de ikili olarak Pakistan ile geliştirmek istediği ilişki biçiminden elde edebileceği kazanımların bu tür bir risk almayı gerektirip gerektirmediğinin değerlendirilmesi icap etmektedir. Bu çerçevede, halihazırda ekonomik işbirliğinin yanı sıra savunma sanayii ve terörle mücadele konusunda da işbirliğinin gözlemlendiği Türkiye-Pakistan ilişkilerinin stratejik bir ilişki biçimine dönüştürülmesinin Türkiye’ye bölgesel dengeler bağlamında sunacağı risklerin hesaplanması gerekmektedir. Gelinen noktada Pakistan ile sürdürülecek ilişkilerin, Pakistan’ın bölgesel politika tercihlerinin Türkiye’nin bölgesel kazanımlarını tehdit altına sokmayacağı bir çerçevede ele alınması Türkiye’nin Ortadoğu’ya yaklaşımının sürdürülebilirliği konusunda büyük önem taşımaktadır.



 
[1] “President Zardari due in Turkey to bolster strategic ties”, http://ftpapp.app.com.pk/en_/index.php?option=com_content&task=view&id=136086&Itemid=1

[2] Omar Waraich, “Could Pakistan Have an Egypt-Style Revolution?”, http://www.time.com/time/world/article/0,8599,2049747,00
.html#ixzz1Iw9MjkIG

[3] Bruce Riedel, Saudi Arabia: Nervously Watching Pakistan, http://www.brookings.edu/opinions/2008/0128
_saudi_arabia_riedel.aspx

[4] Subhash Kapila, “Pakistan Reasserts Military Intrusiveness in Gulf Region: Regional Implications”, http://www.eurasiareview.com/pakistan-
reasserts-military-intrusiveness-in-gulf-region-regional-
implications-analysis-04042011/