Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İran Ziyareti: Arka Plan ve Beklentiler

Sercan Doğan, ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı
Ortadoğu’da siyasi ve beşeri dinamiklerin hız kazandığı bu günlerde Türkiye bölge politikası kapsamında bir başka ziyarete hazırlanıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın daveti üzerine 13-16 Şubat tarihleri arasında İran’a resmi bir ziyarette bulunacaktır. İki ülke arasındaki ziyaretlere bakıldığında son üç sene içerisinde yüksek bir rakam göze çarpmaktadır. 14-15 Ağustos 2008’deki çalışma ziyaretinden bu yana İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, 9 Kasım 2009’da İSEDAK Zirvesi, 8 Haziran 2010 tarihinde CICA Zirvesi ve Aralık 2010’da 11. EİT Zirvesi vesileleriyle Türkiye’ye resmi ziyaretlerde bulunmuştur. Buna karşılık Türkiye’den İran’a Ekim 2009 ve Mayıs 2010’da Başbakan, Mart 2009’da da Cumhurbaşkanı düzeyinde ziyaretler söz konusu olmuştur.    İran ve Türkiye arasındaki ziyaret trafiğini ve bunun son halkası olarak 13 Şubat 2011 tarihinde gerçekleşecek olan son ziyareti anlamlandırmak bakımından iki hususu incelemek gerekmektedir. Birincisi 2008’den bu yana Ortadoğu bölgesel siyasetinin izlemiş olduğu seyirdir. Türkiye-İsrail ilişkilerindeki dönüşüm, ABD’nin Irak’tan geri çekilme süreci ve İran nükleer krizinde alınan aşamalar son üç yılda bölgesel siyasetin aldığı hal itibariyle önemli köşe taşları mahiyetindedir. Bunların yanı sıra son olarak da Hariri hükümetinin düşmesiyle Lübnan’ın içine çekildiği siyasal kriz ve Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali’nin iktidarının bir halk hareketi ile devrilmesinin Mısır ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki zemin kaydırıcı etkilerinden bahsetmek mümkündür. Son üç yılda bu gelişmelerin belirlediği bölgesel bağlamda Türkiye ve İran siyasi ve ekonomik alanlarda bir yakınlaşma içine girmişlerdir. Dünyanın da yakından takip ettiği bu olgu özellikle Batı medyası tarafından Türk-İran ittifakı olarak nitelendirilmiştir.    Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyaretinin son halkasını oluşturduğu karşılıklı resmi gezileri anlamlandırmak açısından incelenmesi gereken ikinci husus ise Türkiye-İran ilişkileridir. Türkiye-İran ilişkilerindeki yakınlığı değerlendirirken göstergeleri ve olguları dikkatli bir şekilde okumak gerekmektedir. Türk dış politikasına derinlik kazandırmak üzere kullanılan tarih ve coğrafyaya dair değerlendirmeleri de göz önünde bulundurup günümüz realitesi üzerinden İran’a ve Türkiye’ye baktığımızda Ortadoğu’da birbirine hemen hemen denk iki devleti görmekteyiz. Arap dünyasının periferisindeki bu iki devlet Ortadoğu’dan kendilerine yönelik herhangi bir güvenlik tehdidinden kaçınmak ve aynı zamanda Ortadoğu’da siyasi ve ekonomik etkinlik kazanmak amacıyla geniş perspektifli dış politikalar yürütmektedir. İran ve Türkiye terörle mücadele bağlamında güvenlik alanında işbirliği yapmaktadır. Güvenlik alanında bir değerlendirme yapıldığında iki ülkenin birbirinden tehdit algılaması gayet ihtimal dâhilindedir. Bilindiği üzere, İran’ın rejim ihraç politikası Türkiye açısından güvenlik kaygıları doğurmuştur. Öte yandan İran’dan Türkiye’ye bakıldığında ise sınırın hemen ötesinde terörle mücadele kapsamında yirmi beş yıldır süren bir istikrarsızlık olduğu tespitini yapmak mümkündür. Daha sıcak ve daha kökten bir mesele olarak ise İran nükleer programı iki ülke ilişkilerinin güvenlik bağlamında değerlendirilmesinde temel bir başlıktır. Türkiye İran’ın nükleer enerji üretme ve kullanma hakkını sorgulamamaktadır, ancak nükleer silah üretimine karşıdır. İki ülke arasındaki dengeyi büyük ölçüde sarsma potansiyeli taşıyan bu tür bir gelişme, Türkiye’nin güvenliğini ve savunmasını ilgilendirdiği kadar uluslararası gündemi de ilgilendirdiğinden bu hususta barışçıl çözümlerden askeri operasyona kadar ilerleyen bir hat üzerinde beyin fırtınası yapılmaktadır. Türkiye nükleer krizde barışçıl çözüm yanlısı bir tavır almakta ve diplomatik kanalların açık tutulması gerekliliğini savunmaktadır.    Türkiye-İran ilişkilerinin bir başka boyutu ise ticaret ve ekonomi alanıdır. Bu alanda son yıllarda önemli gelişmeler kat edildiği değerlendirilmektedir. Son birkaç yıllık süreçte iki ülke arasındaki ticaret hacmi 5 ila 10 milyar dolar arasında seyretmektedir. 2006’dan bu yana ise Türkiye’nin İran’a ihracatı yaklaşık iki katına çıkmıştır. Türkiye’nin İran’a ihracatında başlıca ürünler makine, demir-çelik ve motorlu kara taşıtları olurken, Türkiye’nin İran’dan ithalatında en önemli ürün mineral yakıtlar ve yağlar olmuştur. 2009 yılı itibariyle Türkiye’nin İran’a ihracatı toplam 2 milyon dolar iken İran’dan ithalatı da 3 milyon dolar seviyesinde olmuştur. 2010 yılı Ocak – Kasım döneminde Türkiye’nin İran’a ihracatı bir önceki yılın aynı dönemine göre 3 artarak 2,7 milyar dolara ulaşmıştır. İthalat ise aynı dönemde U artarak 7 milyar dolara ulaşmıştır. Ayrıca 2007 yılından bu yana her iki ülkeden heyetler Karma Ekonomik Konsey ve Sınır Ticareti Ortak Komitelerinde düzenli olarak bir araya gelip ticari ilişkiler konusunda mutabakat zabıtlarına imza atmaktadır (1). Ekonomik İşbirliği Konseyi iki ülkenin ticari ilişkilerinin özellikle taşımacılık konusunda ilerlemede bulunmasını sağlayan bir çerçeve görevini görmüştür.    Ticari ve ekonomik ilişkiler her iki ülkenin genel dış politik eğilimleri doğrultusunda ilerlemektedir. Türkiye ihracat kanallarını çoğaltmak, bölgesel ekonomik ilişkilerini canlandırıp zenginleştirmek amacıyla İran ile olan ticaretine önem vermektedir. İran ise özelikle Haziran 2010’daki yaptırım kararlarından bu yana ekonomisinde bir sıkışma durumundan kaçınmak istemektedir. Bu bağlamda İran’ın ticari ilişkilerini geliştirme çabaları gözlenmektedir. 13-16 Şubat 2011’deki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün gerçekleştireceği ziyaret kapsamında da DEİK/Türk – İran İş Konseyi, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ve İran Ticaret, Sanayiler ve Madenler Odaları işbirliğinde Tahran, İsfahan ve Tebriz’de Türk – İran İş Forumları düzenlenecektir (2). Cumhurbaşkanı Gül’ün bizzat katılımcılara hitap edeceği bu toplantılarda ekonomik bağları geliştirme hususları konuşulacaktır.    Siyasi yakınlaşmanın ekonomik ilişkilerle el ele gittiği Türk-İran ilişkilerinde, Cumhurbaşkanı Gül’ün bu ziyareti zamanlaması bakımından da önem taşımaktadır. Ocak 2011’de İstanbul’da gerçekleştirilen İran-5+1 Grubu müzakerelerinin sonuçsuz kalmasının ardından Catherine Ashton görüşmelerin devamı için topu İran’a atmıştı. Dolayısıyla Nükleer krizde gelinen aşamada görüşmelerin devamı İran’ın elindedir. Türkiye’nin de diplomatik kanalların açık kalması yönündeki tavrı nettir. Bu yüzden ziyaretin zamanlaması dikkate alındığında Türkiye’nin diplomatik kanalların tıkanmaması ve müzakerelerin devamı açısından İran nezdinde girişimlerde bulunması beklenebilir. Gelişen ekonomik ilişkilerin paralelindeki siyasi yakınlaşma bu tür bir imkânı Türkiye’ye sağlayabilir. Bu yolla Türkiye bölgedeki ülkelerle sağlıklı iletişim kurmasının bölgesel ve uluslararası güvenlik açısından önemini kanıtlayacak ve İran nükleer krizinde sağlam bir rol oynama fırsatı yakalayacaktır. Ortadoğu’da siyasi ve beşeri dinamiklerin Türkiye ve İran’ı birbirine ittiği bu dönemde gerek bölge barışına hizmet etmek gerekse de istikrarın ve iyi ilişkilerin ekonomik kazançlarını zenginleştirebilmek bakımından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İran ziyareti anlamlı ve dolu geçmesi beklenen bir gezi olmaktadır.      (1) DEİK Türk-İran İş Konseyi, İran Ülke Bülteni, (2009) (2) DEİK İŞ KONSEYİ TOPLANTI DUYURULARI, http://ttyd.org.tr/tr/haber.aspx?id=16, erişim tarihi, 09 Şubat 2011.